GÜNÜMÜZ İNSANLIĞINA/ MÜSLÜMANLARA BİLDİRİ
Tevrat’ın aslı, Kur’an gibi hak olan mübarek bir kitap idi.
Çağımıza ulaştırılabilse idi ne İncili ne de Kur’ân’ı indirmezdi Rabbimiz.
Dünyada Cennet hayatı yaşayabilmemiz için bildirilen öğütleri beğenmeyen nankör insanlar, kendi elleriyle, (Eski ve Yeni Ahid: Tevrat ve İncil) şeklinde Kitab-ı Mukaddes uydurmasını yazdılar.
Tüm insanların kendilerinin kölesi olduğu yalanına, kendilerini bile inandırıldılar. Siyonist felsefeyi oluşturdular.
Vaad edilmiş topraklar uydurması ile yeryüzünün belli kesimlerinin kutsal olduğunu, tüm zenginliklerin kendilerinin olduğunu iddia ederek yüzyıllardır insanlara zulmettiler.
Dünyanın tüm zenginliklerini sömürüp, kendilerinin 1000 yıl yaşayacaklarını sandılar.
Yeryüzünün herhangi bir toprak parçası kutsal değildir. Kutsal olan sadece Allah’tır.
Mekke’de İbrahim ve oğlu İsmail (A.S.) tarafından yapılan “Beytullah”, (Kimsenin sahiplenemeyeceği Allah’a ait ev) şirk bataklığını kurutmak için yapılmış bir okuldur. Okul işlevi görmeyen tüm yapılar, havra-kilise ve zararlı yapılar hükmündedir.
Rabbimize niyaz edebilmek için dört duvar arasında bulunmaya gerek yoktur. Zira tüm yeryüzü mescittir, okuldur. Okul, insanların secde ettikleri yani ikna oldukları yerdir.
Kur’ân’da bildirilen Mescid-i Aksâ, Peygamberimize ilk vahyin verildiği yerin adıdır. Burası Mekke ile Taif arasında Cirane denilen bir mevkidedir.
Kudüs şehrinde Peygamberimizin ölümünden 90 yıl sonra siyasi nedenler ile Kâbe’ye alternatif olması için inşa edilen yapıya da Mescid-i Aksâ ismini taktılar.
Peygamberimiz buradan gökyüzüne çıkmamıştır. Peygamberimizin gökyüzüne çıkmasını isteyenler müşriklerdir. (İsrâ sûresi 93. âyet)
Kudüs’de Mescid-i Aksâ diye isimlendirilen, ancak hadislerde Beytü’l Makdis (Süleyman Mabedi) diye ifade edilen yer, Müslümanların ilk kıblesi değildir.
Kıble, peygamberimize devlet başkanı olarak görev yaptığı Medine döneminde Rabbimizin bildirdiği hedef, stratejidir. Tam bağımsız bir devlet oluşturulması görevidir.
Allah’a her zaman, her yerde niyaz edilebilir. Doğu- Batı (her yön) Allah’ındır.
Yahudi kavmi ile Arap kavmi, İbrahim (A.S.)’ın İshak ve İsmail’den olma amca çocuklarıdır.
Firavun’un, İsrailoğullarını sömürdüğü düzeninde, İsrailoğulları kavminden olan Karun’u işbirlikçi olarak kullandığı gibi, altını ilah edinen kapitalist siyonistler de kendi kavimlerinden olmayan insanlardan bazılarını, işbirlikçi olarak kullanmaktadırlar.
Hak olan Kur’ân’da Rabbimiz “Hikmet-i Bâliğa” (En üstün seviyedeki ilâhî hükümler) olan ilkelerin tüm insanlara ulaştırılması görevini Müslümanlara vermiştir.
Rabbimiz Peygamberimize vahyettiği Kur’ân’ı tertillemesini, (sırasını bozmadan yazmasını) ve yazdırmasını emretmiştir.
Peygamberimiz de aynen böyle yapmıştır. Ancak Allah’ın bilip de Peygamberimizin bilmediği etrafında yığınla dolaşan münafıklar, eski saltanat dönemlerine tekrar dönebilmek için, Kur’ân’ın tertil düzenini bozarak Müslümanların önüne Mushaf’ı (iki kapak arasına konulmuş sahifeler) koymuşlardır.
Kur’ân Allah’ın koruması altındadır. Tahrif edilememiştir. Hiçbir harfi kaybolmamıştır. İnzal sırası değiştirilen, âyetleri değişik sûreler içinde harmanlanan elimizdeki Mushaf’ı anlamlı hale getirebilmek için peygamberimizin ölümünden 150-200 sene sonra hadis adı altında, çoğu Kur’ân’a aykırı, birbiri ile çelişen binlerce rivayet (söylenti) üretmişlerdir. Zamanımızda da güya Allah’ın unuttuğu (hâşâ) âyetlerin içine parantez şeklinde eklemeler yapan ilahiyatçılar türemiştir.
Çağımızın tüm insanları hüsrandadır. Mutsuzdur. Kurtuluş Kur’ân’dadır. İman edip, salihatı işlemek, birbirlerine hakkı ve sabrı karşılıklı olarak tavsiye etmek suretiyle dağ gibi sorunların üstesinden gelinebilinir.
Nasıl ki Mûsa (A.S.) İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarma görevini alınca içinde bulunduğu ortamda dağ gibi sorunların üstesinden ancak gevşemeden, zaafa düşmeden ve boyun eğmeden gelinebileceğine inanmış ise, herhangi bir mucize beklemeden yıllarca çalışmış, Firavun’un yok edileceği ortamı hazırlamış ve kavmini kurtarmıştır.
İşte Allah’ın yardımı da bu şartlarda görülür. Çağımız Müslümanları da Allah’ın koruması altına girerek sebatla çalıştıkları takdirde kesinlikle galip olacaklardır. (Mücadele 21)
Çağımız Yahudilerine Kur’ân anlatılmalıdır. Kur’ân’daki savaş hukuku ilkeleri bildirilmelidir.
Birleşmiş Milletler (oyalama) Teşkilâtı işlevini yitirmiştir. Devletler, Kur’ân’da bildirilen ilkeler ışığı altında alternatif bir teşkilat kurmalıdırlar. Alacakları kararlara uygulanacak tek veto da: “İnsan fıtratına aykırı olan hiçbir kararın alınamayacağı” ilkesi olmalıdır. Süslü sözler ile ifade edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ihlal edile edile lekelenmiştir.
Süper güç diye bir şey yoktur. Bu korku ile hayat sürenler, Âd kavminin akıbetini incelesinler.
Müslümanlar “Yüksek İlahiyat Merkezi” oluşturmalı, en az dört ay süreli ilahiyat eğitimi almak isteyen tüm insanlara (Müslüman, Hristiyan, Mûsevî, Ateist, Deist) duyuru yapılarak güvenli bir bölgede hac yapmalıdır. Bu eğitime katılacak olanların yiyecek-içecek ihtiyaçlarının masrafları da dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar tarafından karşılanmalıdır.
Böylece bilinçlenen insanlar Allah’ın her türlü noksan sıfatlardan arınık olduğunu haykırarak, tüm dünyaya “Evrensel bir Beyanname” ilan etmelidirler.
Bu beyannamede dünyanın çözüm bekleyen sorunları tartışılıp, “Hikmet-i Baliğa” ilkeleri doğrultusunda karara bağlanmalıdır.
Müslümanlar Kur’ân’da yeri olamayan “şeytan taşlama” ritüeli yerine, birbirlerini “Allah u Ekber” nidalarıyla katledenlerin arasına girerek, sulhü sağlamalıdırlar. (Hucurât 9. âyeti)
Hakkı Yılmaz, Mehmet Ali Oğuz