SEMUD VE MEDYEN HALKININ HELÂKİ الرَّجْفَةُ RECFET Kur’an’ı doğru anlamamız için doğru anlamını bilmemiz gereken sözcüklerden biri de “الرَّجْفَةُ recfet” sözcüğüdür. “الرَّجْفَةُ Recfet” sözcüğünün lügat anlamı “sarsıntı, karışıklık” demektir. Recfet sözcüğü genelde maalesef, “deprem/ zelzele” olarak çevrilmektedir. Hâlbuki bu sözcük tek başına deprem sözcüğünün karşılığı değildir.. Bu nedenle Araplar, “الرَّجْفَةُ Recfet” sözcüğünün fiil türevini, bu fiilin öznesi ile birlikte kullanırlar. Nitekim kadim lügatlerde görüldüğü gibi bunu “Yer sarsıldı, dağlar sarsıldı, deniz sarsıldı; dalgalandı/ çalkalandı” şeklinde ifade etmişlerdir. Neticede sözcüğün deprem veya toplumsal sarsıntı anlamında kullanıldığını; özneye göre belirlemek gerekir. A.) Aşağıdaki ayetlerin ilk ikisinde görüldüğü gibi “arz, dağlar” sözcüklerinin özne olarak recfet fiiliyle birlikte kullanılması; sözcüğün deprem anlamında olduğunu göstermektedir. Müzzemmil/14 يَوْمَ تَرْجُفُ الْاَرْضُ وَالْجِبَالُ وَكَانَتِ الْجِبَالُ كَثٖيباً مَهٖيلاً 14O günde ki; yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. Naziat/ 6 يَوْمَ تَرْجُفُ الرَّاجِفَةُۙ 6O gün, sarsan sarsacak. B.) Zilzal/1 اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَاۙ Yeryüzü kendi sarsıntıyla sarsıldığı, Zilzal /1. ayette recfet sözcüğü yoktur. Depremi, sarsıntıyı anlatmak için; zilzal/zelzele sözcüğü kullanılmıştır. Fakat bu ayette konu edilen zelzelenin kapsamı çok geniş olup günümüzdeki depremler gibi sınırlı değildir. Yerkürenin tamamını kapsayacak; onun her noktasında gerçekleşecek şekildedir. C.) Recfet sözcüğü türevlerinin deprem anlamında değil; toplumda sarsıntı yapanlar; ortalığı karıştıranlar; yalan haber yayanlar ve şiddetli sosyal sarsıntının açtığı korkunç olaylar anlamında kullanıldığı ayetler: Ahzab/ 60 لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذٖينَ فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَدٖينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ فٖيهَٓا اِلَّا قَلٖيلاًۚ 60-62Andolsun ki eğer o münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık olan şu kimseler ve Medîne'de ortalığı karıştıranlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, kesinlikle seni onlara, onlar dışlanarak musallat ederiz. Sonra onlar, seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar; …… Ayetteki “َالْمُرْجِفُونmürcifûn” sözcüğü, “sarsıntı yapanlar/ ortalığı karıştıranlar, yalan haber yayanlar” anlamındadır. Bu ayet grubunda; Allah'a, elçisine ve müminlere eziyet eden münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar ve dedikodu yaparak ortalığı karıştıranlar tehdit edilmektedir. Ayetteki, kalplerinde hastalık olanlar tabiri ile “gerçek mümin olmayan ikiyüzlüler” kastedilmiştir. Aslında zikredilen niteliklerin hepsi bu gruba aittir. Bunlar, Müslümanlar arasında panik yaratmak ve onların moralini bozmak için, “Muhammed öldü, askeri bozguna uğradı” türünden yalan haberler yayıyorlardı. “رجف Rcf” sözcünün “الرَّجْفَةُ recfet” formu (mastar bina-i merre) ise “sarsıntı, sallantı, karışıklık, çalkantı, kargaşa” demektir. Kur’an’ımızda şu ayetlerde yer alır. Araf/ 78 (SEMUD KAVMİ İLE İLGİLİ) فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دَارِهِمْ جَاثِمٖينَ 78Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında KISA ZAMAN SONRA diz üstü çöke kaldılar. Araf/ 91, (MEDYEN KAVMİ İLE İLGİLİ) فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دَارِهِمْ جَاثِمٖينَۚۛ 91,92Bunun üzerine o müthiş sarsıntı onları yakalayıverdi, KISA ZAMAN SONRA yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar, sanki orada hiç oturmamış/zenginlik sürmemiş gibi oldular. Şu‘ayb'ı yalanlayanlar var ya, işte ziyana uğrayanlar, kendileri oldular. Araf/ 155 (MUSA VE KAVMİ İLE İLGİLİ) وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْعٖينَ رَجُلاً لِمٖيقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَؕ 155Ve Mûsâ, belirlediğimiz vakit için toplumuna yetmiş adam seçti. Ne zaman ki, bunları o sarsıntı yakaladı, işte o zaman Mûsâ, “Rabbim!” dedi, “Dileseydin bunları da, beni de daha önce değişime/ yıkıma uğratırdın. … Ankebut/ 37 (MEDYEN TOPLUMU İLE İLGİLİ) وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِدٖينَ﴿فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا فٖي دَارِهِمْ جَاثِمٖينَؗ 37Bunun üzerine o'nu yalanladılar, sonra da kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve KISA ZAMAN SONRA yurtlarında diz üstü çöke kaldılar. Ayetlerde gördüğümüze göre bu toplumları “الرَّجْفَةُ RECFET” yakalayıvermiş. Kur’an’ımızda bu kavimlerin helâkini açıklayan yani الرَّجْفَةُ “recfet” sözcüğünü tefsir eden başka ayetlere göz atalım: Fussılet/17 وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ 17Semûd'a gelince; işte, Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yol üzerine sevip tercih ettiler. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın dehşetli korkusu onları yakalayıverdi. صَاعِقَةُ SAIKA Bu ayette geçen “صَاعِقَةُ Saıga” sözcüğü, “aklın başından gitmesi, ansızın çağırmak, düşmek, helak olmak, çıldırtan ses, gök gürültüsü yıldırım ve şimşeğin ani patlayan gürültüsü” demektir. Buna genellikle “ödü koparan ses” denir ki ani seste insan çok korkar ve “ödüm koptu” der. الْهُون HUN Yine bu ayette geçen “الْهُون Hûn” sözcüğünün kökü “هون hvn” olup anlamı EHVEN, YAVAŞ, HAFİF” demektir. Bu Ayette (Fussılet/ 17) geçen “الْهُونِ Hûn” sözcüğü, “نقيض العز Nakz’ıl ızzı (izzetin şerefin zıttı) demektir. Yani “rezillik, şerefsizlik, hakirlik “demektir. (Tüm lügatlerde) Bu ayette konu edilen rezilliğin sosyal patlama sonucu şımarık kitlenin zayıf düşürülmüş kitle tarafından düşürmüş olduğu kötü durum olduğu bildirilir. Nitekim ihtilal güçlerinin uyguladığı, hapis, sürgün, rütbe sökmek gibi aşağılama cezaları dünyada binlerce örnekle gösterilebilir. Kamer/31 اِنَّٓا اَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَكَانُوا كَهَشٖيمِ الْمُحْتَظِرِ 31Şüphesiz Biz onların üzerine korkunç tek bir ses gönderdik; ağılcının topladığı çalı-çırpı gibi oluverdiler. صَيْحَةً SAYHA صَيْحَةً Sayha sözcüğü, “bağırmak, çağırmak, haykırmak, çığlık- nara atmak dehşete yol açma” demektir. Görülüyor ki Ahzâb/60, A’âf/78,91,155 ve Ankebût/37de yer alan الرَّجْفَةُ RECFET; Fussilet/17deki الْعَذَابِ الْهُونِ azab’el HUN, صَاعِقَةُ SAİKA; Kamer/31 ve Hud/67,94de bulunan صَيْحَةً SAYHA sözcükleri, Semud ve Medyen toplumu ile ilgili olup bu sözcükler onlara ayrı ayrı gelmiş bela, musibet çeşitlerini değil; bir tek musibeti yani toplumsal sarsıntıyı, karışıklığı, toplumsal depremi ifade etmektedir. Kur’an’dan (A’râf/78, 91, Hûd/67, 94 ve Ankebût/37) öğrendiğimize göre: Semud ve Medyen halkının الرَّجْفَةُ recfet ile cezalandırılışından sonra onların DİZ ÜSTÜ ÇÖKEKALDIKLARI ve helâklerinden sonra bu toplumlara gönderilen elçilerin onlara yine nasihat ettikleri görülmektedir. Kısaca onlar mucizevi bir şekilde cezalandırılmayıp toplumsal patlama, halk ihtilaliyle cezalandırılmışlardır. Bakara/ 195 195Ve Allah yolunda malınızı harcayın/ başta yakınlarınız olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlayın, kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever. Meryem/ 59 59-61Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç; onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. Ayrıca Rabbimiz dünyadaki zalimlerin cezasını ahirete ertelemiştir Dünyadaki çektikleri ise kendi elleriyle işlediklerinin karşılığıdır. İbrahim/42, 43 42,43Sakın şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların yaptıklarından Allah'ın duyarsız/bilgisiz olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. Şura /30 30Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. Hud/ 100, 101 100İşte geçmişe yönelik bu anlatım, kentlerin ciddî haberlerinden, önemli bilgilerindendir. Biz, onu sana anlatıyoruz; onlardan ayakta olan ve biçilmiş ekin olan da vardır. 101Ve onlara Biz haksızlık etmedik; fakat onlar kendilerine haksızlık ettiler, yanlış; kendi zararlarına iş yaptılar. Onun için Rabbinin emri geldiğinde, Allah'ın astlarından taptıkları tanrıları, onlara hiçbir şey sağlamadı ve onlara ziyandan başka bir şey arttırmadılar. 38Âd ve Semûd toplumlarını değişime/ yıkıma uğrattık. Onların değişime/ yıkıma uğramaları, onların yurtlarından size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara, yaptıklarını süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. 39Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da yıkıma uğrattık. Andolsun ki Mûsâ onlara apaçık deliller ile gelmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki onlar, geçiciler değillerdi. 40İşte hepsini günahları sebebiyle yakaladık: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdik, onlardan kimini de suda boğduk. Ve Allah onlara haksızlık etmiyordu velâkin onlar şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı. (Ankebut/38- 40) Bu ayet grubunda Ad ve Semud, Karun, Firavun ve Haman grubu hatırlatılmıştır. Helak edilmiş olan bu toplumların kalıntıları ortadadır. Bu toplumlar şeytana uymuşlardı, şeytan her yaptıklarını kendilerine güzel göstermekteydi. Onlar, şeytanın bu tuzağına düştüler. Hâlbuki görüp anlayan kimselerdi, kendilerini kurtaracak akla da sahiplerdi. Ne var ki, kendi değerlerini bilmemişler, kendilerine verilen aklı ve zekâyı değerlendirmemişlerdir.