10– De ki: “Ey iman etmiş olan kullar/kölelerim! Rabbinize takvalı davranın. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah’ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenler, mükâfatlarını hesapsız tastamam alacaklardır.”
Bu ayette Rabbimiz Resulullah’a yakın çevresine, o dönemde sahibi olduğu kölelerine/ tüm kullara, Allah’a karşı takvalı olmalarını söylemesini buyurarak bu dünyada iyilik-güzellik üretenlere bir güzellik olduğunu, Allah’ın yeryüzünün geniş olduğunu ve sabredenlerin ecirlerinin tastamam ödeneceğini ilân ettirmektedir. Bu ayet tüm insanlığa yönelik bir beyannamedir.
Suredeki bu ve 53. ayetin teknik yapısı bir takım sorunları ortaya koymaktadır. Şöyle ki:
Her iki ayet de “ قلQul [De ki]” emri ile başlamakta ve hemen ardından gelen nida cümleleri de bu ‘Qul’ emir fiiline mef’ulu bih olmaktadır. Ayetlerdeki “ يا عبادِالّزين yâ ıbâdillezîne” ve “ يا عبادىَ الّزينyâ ıbâdiyellezîne” terkiplerine baktığımızda, birinci olarak, harf-i nidayı dikkate almadan, sahih bir kelimenin [ıbâd sözcüğünün] “yâ-i mütekellim”e muzaf olduğunu, bu nedenle de “yâ-i mütekellim”den önceki sahih kelimenin son harfinin [dal harfinin] harekesinin esreleştiğini görüyoruz. İkinci olarak, başına harf-i nidanın gelmesiyle bu izafet terkibinin münâdâ makamında olduğunu, bu durumlarda terkibi “yâ ıbâdiye!”, “yâ ıbâdî!”, “yâ ıbâdi!” ve “yâ ıbâdâ!”” olmak üzere dört vecihte de okumanın mümkün olabileceğini biliyoruz. Üçüncü olarak da, konumuz olan 10. ayette “yâ-i mütekellim”in ıskatını ve kesre ile iktifa edildiğini görüyoruz. Kısaca özetlersem, her iki ayette de “yâ-i mütekellim” mevcut olup birinde bariz, ötekinde ise sakıttır. Anlatmak istediğim bunların beyanı değil, bu terkiplerden anlaşılan lafzî mânâdır. Lafzî mânâya göre, “kullarım!” nidasındaki ‘kullar’ peygamberin kulları olmaktadır. Yani “Ey …. kullarım!” diyen ya da diyecek olan, emrin muhatabı olan peygamberdir. Bu durumda peygamberin muhatabı olan insanlar peygambere kul olmaktadır. Yani Peygamber insanlara “Ey kullarım!” [Peygamberin kendi kulları, Allah’ın kulları değil] dedirtilmektedir.
Nitekim, metine göre ayetin manası gerçekten böyle olduğundan dolayı birçok kişi bu konuyu kabullenmişlerdir. Örneğin:
“Gel Habibim sana açık olmuşam
Cümle halkı sana bende kılmışam.” (Süleyman çelebi; Mevlüt)
“2495. İnsan mertebesinin de Tanrı velîlerinin elinde hayvan gibi mağlûp olduğunu anla ey yoksul!
Ahmed, irşadederken halka “Kullarım” dedi. Tanrı bütün âlemi “ Kul yâ ibâdî” diye çağır” buyurdu.
Senin aklın deveciye benzer, sen de devesin, Akıl, seni, ister istemez hükmünce çekip durmaktadır.
Velîler, akılların aklıdır. Akıllar da ta en sonuncusuna kadar develere benzer.
Onlara ibretle bak: bir kılavuz, yüz binlerce can!” (Celaleddin-i Rumi; Mesnevi/ ı. Cilt, 2495- 2499. Beytler)
“Qul” emri ile başlayan diğer tüm ayetlerde ise durum lâfzî mânâ ile uyumludur. Herhangi bir dikkat çekici unsur söz konusu değildir. Aynı surenin 11, 13, 14. ayetlerinde ve İhlas, Kafirun, Muavvezeteyn surelerinde ve diğer tüm benzer ayetlerde olduğu gibi…
Durum böyle olunca, böyle bir mânâ tüm İslam ilkelerine, fıtrata ters düşmektedir.
Allah’ın kendisine kitap, hüküm [yasamayı yürütmek] ve peygamberlik verdiği hiçbir beşer için [İnsanlardan hiçbir kimse için], insanlara: “Allah’ın astlarından bana kul/köle olun” demek yakışmaz. Fakat: “Öğrettiğiniz ve ders aldığınız [okuduğunuz] kitap gereğince Rabb’e içtenlikli kullar olunuz” (demesi yaraşır). (Al-i Imran/79)
Gerçek bu iken Kur’an meali yapanlar ve sözde tefsir yazanlar bu gerçeği örtbas edip geçmektedirler ya da farkına varamamaktadırlar. Farkında olanların bazısı da araya “(Benim adıma) de ki:” tarzında bir parantez sokuşturarak meseleyi çözmeyi yeğlemektedirler. Bu tavır, çelişkinin, tutarsızlığın itirafından başka bir şey değildir.
Bu aciz, fakir kul Hakkı Yılmaz ise bu sorunu iki yönlü olarak çözme gayretini göstermiştir.
ÇÖZÜM
Birinci Yol: “ عبادIbad” sözcüğünün “kullar” yerine “köleler” diye çevrilmesidir. Biliyoruz ki “ عبدabd” sözcüğü “kul, köle” demektir. Nitekim Bakara ve Nur surelerinde bu anlama ilişkin tekil ve çoğul örnekler mevcuttur:
Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir cariye -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle -sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara ayetlerini açıklar. (Bakara/221)
Ve sizden kocası olmayanları, erkek kölelerinizden ve kadın kölelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi fazlından onları zenginleştirir. Şüphesiz ki Allah, Geniş Olan ve En İyi Bilen’dir. (Nur/32)
Bu örnek ayetlerdeki anlamdan hareketle, konumuz olan 10. ve 53. ayetlerdeki “Ya ibadiye” sözcüğünü peygamberimize ailesinden intikal eden birkaç kişiye indirgeyerek “kölelerim” diye anlamlandırmak, bu ayetlerdeki evrensel çağrıyı göz ardı etmek ve anlamı daraltmak demektir. Sözcüğü “köle” anlamıyla ele alarak ayete “Ey kölelerim!” diye anlam vermek her ne kadar mümkün olsa da, mesajı evrensellikten mevziiliğe indiren bu anlamlandırmanın iyi bir çözüm olduğu söylenemez.
İkinci Yol: Mushafın Kopyalanması Sırasındaki Kâtip Hatası:
Arşivlerde korunan ve II. Halife Osman’a nispet edilen mushafların aslında ona ait olmadığı, Halife Osman’dan 60-80 yıl sonraki döneme ait istinsahlar olduğu bilim adamlarınca tespit edilmiştir. İlk mushaflar karşılaştırıldığında, bazı kelimelerin hem aynı mushaf içerisinde, hem de birine göre diğerinde farklı imlalarla yazıldığı görülmektedir. Ayetlerin teknik ve semantik yapılarına bakıldığında, gerek ilk metindeki kâtip sehivleri, gerekse sonraki kâtiplerin sehivleri olmak üzere bu yazımların birçoğunun istinsah edenler [kopya çıkaranlar] tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.
Konumuz olan 53. ayet bazı nüshalarda (Kahire nüshası) “ و قلve kul [Ve de ki!]” diye başlamaktadır. Ancak bu bizim üzerinde durduğumuz sorunu çözmemektedir.
Bizden evvel bu konuda çalışma yapanlar Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ يا عباد ya ıbad” sözcüğünün farklı yazıldığını tespit etmişlerdir. Bu tespit daha evvel ilim camiasına sunulmuştur.
Zuhruf suresinin 68. ayetindeki “ يا عبادya ıbad” ifadesi, Osman mushafı olarak bilinen mushaflardan Mekke, Kufe, Basra, Kahire, TİAM mushaflarında “ يا عبادَYa ıbade” olarak yazılı iken, Medine, Şam, Topkapı Mushaflarında “ يا عبادىYa ıbadiye” şeklinde yazılıdır. (Mushaf-ı Şerif; Arapça s.152, Türkçe; s. 135. 6. sıra. Dr. Tayyar Altıkulaç, İSAM Yayınları)
Bizim iddiamız şudur: Zümer/53’deki “ يا عبادىYâ ıbâdiye” sözcüğünün sonundaki “ ىye” harfi, aynı Kahire nüshasındaki ayetin başındaki “ve” harfinin katip sehvi olduğu gibi, kopya çıkaran [müstensih] kâtip tarafından sehven yazılmıştır. (Zümer 53’te iki tane bariz sehiv vardır) Orada da 10. ayetteki gibi “ ىye” harfi olmamalıdır. Bu durumda her iki ayetteki “ عبادıbad” sözcüğü dilbilgisi kurallarına uygun olarak “ عبادَıbâde” diye kıraat edilmelidir. Buna göre cümlenin anlamı “Ey … kullar!” şekline dönecektir. Böylece de ortadaki sorun ortadan kalkacaktır. Sorunun çözümüne yönelik bu ikinci şık diğerine göre daha makul bir çözümdür.
Hakkı Yılmaz