Münafıklara: “Gelin Allah’ın Elçisi sizin için bağışlanma dilesin” denildiği zaman, başlarını yana çevirirler. Büyüklük taslarlar. Bunlar için bağışlanma dilemek ile dilememek, onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir; onları bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah, hak yolundan çıkmış bir topluma kılavuzluk etmez.
Münafıklar: “Allah’ın dinine yardımda bulunanlara hiçbir harcamada, mali destekte bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler” derler. Oysa göklerin ve yeryüzünün hazineleri Allah’ındır. Ancak münafıklar iyice kavramıyorlar.
Münafıkları: “Andolsun, ülkemize bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” derler. Oysa güç, onur ve üstünlük Allah’ın, O’nun elçisinin ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.
Münafıklar mü’minlerin harcamada, mali destekte bulunma davetlerini geri çevirirler. Kendi aralarında da açıkça mü’minleri başarısız kılmanın taktiklerini konuşurlar. Allah kimin doğru yolda olduğunu gayet iyi bilir.
İnkârcılara: “Allah’ın indirdiğine ve elçiye gelin!” denince, o münafıkların haktan uzaklaştıkça uzaklaştıkları görülür.
Müminlerin astlarından, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeye sapanları yol gösterici, koruyucu yakın edinen münafıklar, çok acıklı bir azabın kendileri için olduğunu bilmeliler. Onların yanında şan ve şeref yoktur; şan ve şerefin tümü Allah’ındır.
Allah, müminleri gözetleyip duran münafıkların ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.
Allah tarafından müminlere bir zafer olursa münafıklar, müşrikler: “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler için bir pay olunca da: “Size üstünlük sağlamadık mı, sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah, kıyamet gününde müminlerle münafıklar arasında hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlere asla bir yol vermeyecektir.
Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta [mali yönden ve zihinsel açıdan destek olmaya] kalktıkları/toplum içine çıktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, müminlerle ve kâfirlerle olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah kimi saptırırsa, kimse artık ona bir yol bulamaz.
Münafıklar –tövbe edenler, düzeltenler, Allah’a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, müminlerle beraberdirler ve Allah, müminlere büyük bir ecir verecektir –, Ateş’ten, en aşağı tabakadadırlar. Kimse onlara bir yardım edici bulamaz.
Gerçek iman eden kimseler: “Keşke bir sure indirilse” diye Allah’tan hüküm bekler. Ama münafıklar; kalplerinde hastalık olanlar, yasalarla donatılmış bir sure indirildiği ve içerisinde savaş anıldığı zaman, ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi elçiye bakar.. Artık itaat ve örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen söz onlara daha yakındır. Sonra iş kesinleşince artık Allah’a sadakat gösterselerdi, kesinlikle kendileri için daha hayırlı olurdu.
Münâfıklar, kâfirler her an mü’minlerin aklını çelmek için, onları saptırmak için uğraşırlar. Mü’minlerin yapması gereken, Allah’ın kitabı Kur’an’a sıkı sıkı sarılmalarıdır.
İnsanlardan bir kısmı, –inanmadıkları halde– “Allah’a ve ahret gününe inandık” derler. Allah’ı ve inanmış kimseleri aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki onlar, sadece kendilerini aldatırlar da bilincine ermezler. Onların kalplerinde hastalık vardır da Allah, onlara hastalığı artırır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı da onlar için acı bir azap vardır.
İkiyüzlülere, “Yeryüzünde kargaşa çıkarmayın” denildiğinde de, “Biz ancak düzelten kişileriz” derler. Dikkatli olunmalıdır! Şüphesiz onlar, kargaşa/karışıklık çıkaranların ta kendileridir, fakat bunun bilincinde değiller.
İkiyüzlülere, “İnsanların inandığı gibi inanın” denilince, “Biz, o aklı ermezlerin inandığı gibi mi inanacağız!” derler. Dikkatli olun! Şüphesiz onlar, aklı ermezlerin ta kendileridir. Velâkin bilmiyorlar.
İkiyüzlüler, inanmış kimselere rastladıkları zaman da, “İnandık” derler. Kötü niyetli elebaşlarıyla baş başa kaldıklarında ise, “Şüphesiz biz sizinle beraberiz, biz sadece alay edenleriz” derler. Allah, onlarla alay eder ve tuğyanları içinde serserice dolaşmalarına süre tanır/izin verir.
İşte bunlar, doğru yol karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir. Onların bu ticaretleri kâr etmedi ve onlar kılavuzlandıkları doğru yolu bulan kimseler olmadılar.
Onların durumu, bir ateş yakmak isteyip de ateşi yakıp çevresi aydınlanınca kör oluveren kimse gibidir. Çevresi aydınlık ama o kişi, ondan yararlanamıyor. İşte bu ikiyüzlüler de bu adam gibidir. —Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler! Artık onlar dönmezler.-
Yahut onlar, durumu; içinde karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek olan, gökten boşanan bir yağmur içinde ölüm korkusuyla yıldırımlardan parmaklarını kulaklarına tıkayan kimse gibidir. Ki sürekli korku, kuşku, huzursuzluk içindedir. –Oysa Allah, Kendisinin ilâhlığını, rabliğini örtenleri çepeçevre kuşatandır.–
O şimşek nerdeyse gözlerini kapıverecek. Şimşek önlerini aydınlattı mı aydınlığın içinde yürürler, karanlık üzerlerine çöktü mü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini de, görmelerini de giderirdi. Şüphesiz Allah, her şeye en çok güç yetirendir.
İkiyüzlülerin karakteri Kur’an’da çok güzel örneklerle verilmiştir. Genel olarak; inandıklarını söylemelerine rağmen, inancını pratikte hiçbir eylemde gerçekleştirmezler. Düzeltmeye yönelik eylemlere isteksiz olarak ya da gösteriş olsun diye kalkarlar. Onlar bu tavırlarıyla imanı terk ederek sapıklığı tercih etmişlerdir.
Münafıklara: “Gelin Allah’ın Elçisi sizin için bağışlanma dilesin” denildiği zaman, başlarını yana çevirirler. Büyüklük taslarlar. Bunlar için bağışlanma dilemek ile dilememek, onlar için birdir. Allah, onlara kesin olarak mağfiret etmeyecektir; onları bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah, hak yolundan çıkmış bir topluma kılavuzluk etmez.
Münafıklar: “Allah’ın dinine yardımda bulunanlara hiçbir harcamada, mali destekte bulunmayın, sonunda dağılıp gitsinler” derler. Oysa göklerin ve yeryüzünün hazineleri Allah’ındır. Ancak münafıklar iyice kavramıyorlar.
Münafıklar: “Andolsun, ülkemize bir dönecek olursak, gücü ve onuru çok olan, düşkün ve zayıf olanı elbette oradan sürüp çıkaracaktır.” derler. Oysa güç, onur ve üstünlük Allah’ın, O’nun elçisinin ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.
Münafıklar mü’minlerin harcamada, mali destekte bulunma davetlerini geri çevirirler. Kendi aralarında da açıkça mü’minleri başarısız kılmanın taktiklerini konuşurlar. Allah kimin doğru yolda olduğunu gayet iyi bilir.
İkiyüzlülere dikkat edilmeli; onlar İslami otoriteye, “Baş üstüne!” derler. Fakat idarecinin yanından çıktıklarında, içlerinden birtakımı, geceleyin, idarecinin dediğinden başkasını kurarlar. Ama Allah onların geceleyin kurduklarını yazıyor.
Bu tip insanlardan uzak duralmalı; onlara güvenilmemelidir. Ve Allah’a işin sonucunu havale edilmelidir. Tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak da Allah yeter.
Kitap Ehlinden bir kısmı münafıklaşarak, Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kardeşlerine: “Andolsun, eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, kesinlikle biz de sizinle beraber çıkarız, sizin aleyhinizde kimseye sonsuza dek itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, kesinlikle size yardım ederiz” dediler.
Allah şahitlik eder ki şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır. Onlar çıkarılırlarsa, onlarla beraber çıkmazlar. Yine andolsun eğer onlarla savaşılırsa, onlara yardım etmezler; andolsun eğer yardım etseler bile kesinlikle arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra da kendilerine yardım olunmaz.
Bir zaman münafıklar, Resulüllah hakikaten kendilerine emrettiği takdirde kesinlikle savaşa çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah’a yemin ettiler. Bunlara şu mesaj yollandı: “Yemin etmeyin. İtaat, örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen şekildir! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. Allah’a itaat edin, elçiye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki onun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer elçiye itaat ederseniz, kılavuzlandığınız doğru yola girersiniz. elçinin üzerine olan da, sadece apaçık mesajı iletmektir.”
Mü’minler savaşa çağrıldıklarında hemen ona koşmalıdır. Bilinmelidir ki; Allah gerekmedikçe savaş istemez. Savaşa da karar verilincede mü’minlerin üzerine sorumluluk yazılmıştır. Artık verdikleri söze rağmen kim geri durursa onlar münâfıkların ta kendileridir.
Münafıklar İslâm’a girdikleri için müminlerden minnet duymalarını bekliyorlar. Onlara: “İslâm’a girmeniz üzerine bizden minnet beklemeyin. Tam tersi, eğer doğru kimseler iseniz, sizi imana erdirdiği için, siz Allah’a minnet duygusu besleyin.” denilmelidir.
Münafıkların İslâm’a girdiklerinde mü’minlerden minnet beklemeleri yanlıştır. İslâm kendilerini kurtaracak ilkeler içeren bir dindir. Onlar İslâm’a girdiklerinde Allah’a karşı samimiyetle şükretmeleri, Allah’ı eksik sıfatlarından arındırmaları gerekir.
Münafıkların genel davranış ve tutumları Kur’an’dan öğrenilmelidir. Mü’minler de onlara kaşı bilgili ve hazırlıklı olmaları gerekmektedir.
Yine münafıklardan bazıları, peygamberi inciten ve “O, kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah’a inanır, müminlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah’ın elçisini inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır.
Münafıklar, müminleri hoşnut etmek için, Allah’a yemin ederler. Bunlar eğer mümin iseler Allah’ı ve elçisini razı etmeleri daha doğrudur.
Sonunda Allah’a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münafıklık yerleştirerek onları cezalandırdı.
Münafıklar için ister bağışlanma dilensin, ister dilenmesin. Onlar için yetmiş kere bağışlanma dilense de yine Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah’ı ve Resulü’nü kabul etmemeleri nedeniyledir. Allah, hak yoldan çıkmışlar toplumuna kılavuzluk etmez.
Münafıklar kendilerine düzeltici, yol gösteren ayetler geldi de onlar önce tasdik ettiler sonra da geri durdular, yüz çevirdiler. Bunu nedeni; Allah’ın zayıf düşürülmüş olan mü’minleri, imanlarından ve sabretmelerinden dolayı nimetlendirmesini çekemediklerinden dolayıdır. Münafıklar samimi olarak inanıp, Mü’minlerle beraber Allah’ı ansalardı cennetle ödüllendirilirlerdi.
Mü’minlerin, münafıkların davranışlarını iyi gözlemlemeleri gerekir. Onlar her fırsatta yan çizerler, sorumluluktan kaçmak için her bahaneyi ileri sürerler. Havanın sıcak olması bile onlar için savaşa katılmama sebebi olabilir. Zulüm kapılarına dayanmış olsa bile!
Rasülüllah’a münafıklar ile ilgili şu talimat verilmiştir:
Eğer Allah seni onlardan bir taifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinde oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!”
Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten, O’nun elçisinin gerçek elçi olduğunu örtenlerdir. Ve onlar, hak yoldan çıkmış olarak ölmüşlerdir.
Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten biri iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.
Ve “Allah’a iman edin ve elçisi ile birlikte cihat edin” diye bir sure indirildiği zaman, onlardan güç [mal, mülk, evlat] sahibi olanlar senden izin istediler ve “Bırak bizi oturanlarla beraber olalım” dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri de damgalandı/ mühürlendi. Artık onlar iyice kavrayıp anlamazlar.
Bedevi Araplar, Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmama ve münafıklık bakımından daha çetin; Allah’ın, elçisine indirdiklerinin sınırlarını bilmemeye/ öğrenmemeye daha yatkındırlar. Allah da, en iyi bilen, en iyi ilke koyandır.
Çevrede bedevi Araplardan münafıklar var. Medine halkından da münafıklığa iyice alışmış olanlar var. Onları sen bilmezsin. Biz biliriz onları. İki kez azap edeceğiz onlara, sonra da çok büyük bir azaba döndürüleceklerdir.
Münafıklardan, pişman olup tevbe edenleri Allah hemen bağışlar. Allah tevbeleri çokça kabul edendir.
Zarar vermek, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâr, Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve elçisine karşı savaş açmış; bozum yapmaya teşebbüs etmiş olanlara gözcülük etmek için mescit yapan kimseler, “Biz en güzelden başka bir şey istemedik” diye yemin de ederler. Allah da tanıklık eder ki şüphesiz bunlar, kesinlikle yalancılardır.
Allah, münafık erkek ve münafık kadınlara ve Kendisinin ilâhlığına ve rabliğine inanmayanlara, içinde temelli olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah onları dışlayıp rahmetinden mahrum bırakmıştır! Ve onlara kalıcı bir azap vardır.
Onlara, “Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü-kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de, sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve ahrette amelleri boşa gitti ve işte bunlar kayba/zarara uğrayıp acı çeken kimselerin ta kendileridir.” denilecektir.
MÜŞRİKLERE UYARILAR
Müşrikler peygamberi gördükleri zaman “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği? Şayet tanrılarımıza inanmakta direnmeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı” diye peygamberi alaya almaktan başka bir şey yapmadılar.
– Onlar, yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler!-
Bazı kimseler Allah’ın astlarından kendisine yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten o kişi, Allah’ın aleyhine; kullarını saptırmak için çalışandır.
Mü’minlerin, müşriklerin Allah’ın astlarından yalvardıklarına kulluk etmeleri yasaklanmıştır.
Cahil müşrikler, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa andolsun, gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler/mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.
Allah, onların nitelediği şeylerden arınıktır.
–Ancak Allah’ın arıtılmış kulları Allah’ı böyle ortak kabulü ile nitelemezler.–
Müşrikler ve taptıkları, kendiliğinden cehenneme saldıran kimseden başkasını, Allah’a karşı ateşe atamaz; ortak koşmaya bulaştıramaz.
Müşriklerin sahte ilahları; Allah’ın astlarından çağırdıkları şeyler hiçbir işe yaramaz şeylerdir. Allah birine bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını gideremez. Yahut birine bir rahmet dilediyse, onlar O’nun rahmetini engelleyemezler.
Zavallıların, Allah’ın astlarından edindikleri birtakım destekçi, yardımcı, hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremez. Ama yine de ediniyorlar. Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürüleceğiz.
Müşrikler, inkârcılar yeryüzünde gezmeliler ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görmelidirler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri için Allah’tan koruyan biri olmadı. İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da onlar örttüler/ inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.
Müşrikler: “Eğer Allah dileseydi, biz onlara tapmazdık” derler. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece uyduruyorlar. Allah bu konuda herhangi bir bilgi göndermemiştir. Aksine, onlar: “Şüphesiz biz babalarımızı bu önderli toplum üzerinde bulduk, biz de onların izleri üzerinde kılavuzlandığımız doğruya erdirilmiş kimseleriz” diye atalarının saçma inanışına sığınırlar.
Müşriklerin, Allah’ın astlarından yalvarıp durdukları kimseler/nesneler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.
Ortak koşanlar, aynı Mekkeli ortak koşanlar gibi diyorlar ki: “Bizim sadece ilk ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz, sözünüzün eri iseniz haydi atalarımızı bize getirin.”
Kendileri mi daha hayırlıdır, yoksa Tubba toplumu ve onlardan önceki kimseler mi? Bunlar iyi düşünmeliler; Allah, onları değişime/ yıkıma uğrattı. Şüphesiz onlar, günahkârlar idiler.
Müşriklerin kendilerinin ve atalarının Allah’ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar.
İnkârcılar, müşrikler, Allah’a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır. Ve onlardan biri kızı doğduğunu öğrendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen haberin kötülüğü dolayısıyla toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Hayret, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür! Ve beğenmediklerini Allah için ayırırlar. Ve dilleri, en güzelin kendilerine ait olduğunu, yalan yere söyler durur. Böyle kimseler cehennem ateşine önden itileceklerdir.
Şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan hafifletilmez ve onlara süre verilmez. Ortak koşan o kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir” diyecekler. Koştukları ortaklar da hemen onlara, “Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız” diye karşılık verecekler. Müşrikler, o gün, Allah’a teslim olurlar. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gider.
Müşrikler, Peygamber’le ilgili “Sadece, O’na bir beşer öğretiyor” diyorlar. Peygamber’e öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Kur’ân ise apaçık bir Arapçadır. Şüphesiz Allah’ın âyetlerine inanmayan kimseler; Allah onlara kılavuz olmaz ve onlar için pek acı bir azap vardır.
İnkârcılar, müşrikler, tuzaklarını kurar dururlar. Onların tuzakları, Allah tarafından bilinip duruyor. Onların tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile bir işe yaramaz.
Allah, hakkı bâtılın başına çarpar da onun beynini parçalar. Batıl hemen yok olup gider. Müşriklerin Allah’a yakıştırdıkları niteliklerden dolayı onlara yazıklar olsun!
Müşriklerin, yeryüzünden edindikleri birtakım ilâhlar, kendilerini canlandıramazlar/ diriltemezler.
Allah’ın astlarından birtakım ilâhlar edinenler, kesin delilsiz hareket etmektedirler. Tüm elçiler bu konuda öğüt getirmişlerdir. Tüm elçilere: “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyedilmiştir.
Allah’a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.
Müşrikler, Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah’a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için; şu da ortaklarımız içindir” diye ilkeler koydular. Ortakları için olan pay Allah’a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür!
Gerçeğin daveti yalnızca Allah’a aittir. Ortak koşanların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler, kendilerine hiçbir şeyle cevap veremezler. Onlar, ancak ağzına gelmemesine rağmen ağzına su gelsin diye iki avucunu açan gibidir. Ve Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlerin duası sadece bir sapıklık içindedir.
Şirk koşarak yanlış iş yapan kimseleri, ölümün şiddeti içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görmek lazım!
Allah’a ortak koşan kimseler, “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” diyebilirler. Onlardan önce yalanlayanlar da Allah’ın azabını tadıncaya kadar işte böyleymiş. Bunlar: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” diye uyarılmalıdır.
Cahil müşrikler, Allah ile gizli güçler arasında bir hısımlık bağı kurdular. Oysa andolsun, gizli güçler kendilerinin kesinlikle hazır edilenler/mahşerde toplananlar olduklarını bilirler.
Allah, onların nitelediği şeylerden arınıktır.
–Ancak Allah’ın arıtılmış kulları Allah’ı böyle ortak kabulü ile nitelemezler.–
Müşrikler ve taptıkları, kendiliğinden cehenneme saldıran kimseden başkasını, Allah’a karşı ateşe atamaz; ortak koşmaya bulaştıramaz.
Dileyen istediği kadar Allah’ın astlarından yanlış inandığınız kimselere yakarsın. Onlar, göklerde ve yeryüzünde zerre ağırlığına malik olmazlar. Onlar için bu ikisinde [gökler ve yeryüzünde] herhangi bir ortaklık yoktur. O’nun için onlardan bir yardımcı da yoktur.
Allah’a ortak koşulan nesnelerin, kişilerin ilah olup olmayacağı, onlardan fayda ve zararın gelip gelmeyeceği iyi araştırılmalıdır.
Müşriklerin sahte ilahları; Allah’ın astlarından çağırdıkları şeyler hiçbir işe yaramaz şeylerdir. Allah birine bir zarar vermek istediyse, onlar O’nun zararını gideremez. Yahut birine bir rahmet dilediyse, onlar O’nun rahmetini engelleyemezler.
Zavallıların, Allah’ın astlarından edindikleri birtakım destekçi, yardımcı, hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremez. Ama yine de ediniyorlar. Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürüleceğiz.
Eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da şirk koşarak yanlış iş yapan o kişilerin olsaydı, kıyâmet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu kesinlikle kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkarılır.
Müşrikler, inkârcılar yeryüzünde gezmeliler ki kendilerinden önceki kişilerin sonları nasıl olmuş görmelidirler. Onlar, yeryüzünde kuvvetçe ve eserce kendilerinden daha çetin idiler. Yine de Allah onları günahları sebebiyle alıverdi. Ve kendileri için Allah’tan koruyan biri olmadı. İşte bu, şu sebepledir: Kendilerine elçileri apaçık delillerle geliyorlardı da onlar örttüler/ inanmadılar. Bunun üzerine Allah da kendilerini alıverdi. Şüphesiz O, güçlüdür, cezalandırması çok çetindir.
Kıyamet gününde, şirk koşarak yanlış yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlar, dışlanarak mahrum bırakılırlar, yurdun en kötüsü de onlar içindir.
İnkârcılara: “Allah’ın astlarından yakardığınız şeyleri gördünüz mü/ hiç düşündünüz mü? Onlar, yeryüzünden neyi yaratmışlar, bize gösterin. Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Eğer siz doğru kimseler iseniz bize Kur’ân’dan önce bir kitap veya bilgiden bir kalıntı getirin.” denilmelidir.
Müşriklerin kendilerinin ve atalarının Allah’ın çocuk edinmişliğine dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar.
Allah’a ortak koşan kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız Kendisinin astlarından hiçbir şeye tapmazdık ve O’nun astlarından hiçbir şey haram kılmazdık” diye suçu Allah’a atmaya çalışırlar. Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar.
İnkârcılar, müşrikler, Allah’a kızlar isnat ediyorlar. –Allah, bundan arınıktır.– Kendileri için de iştahlandıkları oğlan çocukları vardır. Ve onlardan biri kızı doğduğunu öğrendiği zaman içi öfkeyle dolarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen haberin kötülüğü dolayısıyla toplumundan gizlenir; aşağılık ve horluğa rağmen kızı yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün! Hayret, onların verdikleri hüküm/töreleri ne kötüdür! Ve beğenmediklerini Allah için ayırırlar. Ve dilleri, en güzelin kendilerine ait olduğunu, yalan yere söyler durur. Böyle kimseler cehennem ateşine önden itileceklerdir.
Şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan hafifletilmez ve onlara süre verilmez. Ortak koşan o kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: “Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir” diyecekler. Koştukları ortaklar da hemen onlara, “Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız” diye karşılık verecekler. Müşrikler, o gün, Allah’a teslim olurlar. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gider.
Allah, şirk koşmak sûretiyle yanlış yapan nice kentleri kırıp geçirdi. Onlardan sonra da başka toplumları var etti. Öyle ki onlar Allah’ın azabının şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. –Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.– Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Şüphesiz biz gerçekten yanlış davrananlar imişiz” diyorlardı. İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak/kül hâline getirinceye kadar son bulmadı.
Müşrikler: “Allah çocuk edindi” dediler. Allah, bundan arınıktır. Aksine Allah’ın çocuğu denenler armağanlar verilmiş kullardır. Onlar, O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, Rahman’ın çocukları saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O’nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O’na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler.
Her kim: “Ben, şüphesiz Allah’ın astlarından bir ilâhım” derse, Allah onu cehennemle cezalandırır. İşte şirk koşarak yanlış yapanları Allah böyle cezalandırır.
Müşriklerin, akılları sıra Allah’ın astlarından, onlara engel olan birtakım tanrıları var. O sözde tanrılar kendilerine yardıma güç yetiremezler. Onlar Allah tarafından desteklenmezler de.
Kesinlikle müşrikler ve Allah’ın astlarından taptıkları, cehennemin odunudur/ yakıtıdır; müşrikler oraya girecekler. Eğer Allah’ın astlarından tapınılan şeyler ilâh olsalardı, oraya girmezlerdi. Ve hepsi orada temelli kalacaktır. Orada onların bir inlemeleri vardır. Bunlar orada bir şey işitemezler de.
Müşriklere sorsanız: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı/ kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar?
Müşriklere sorsanız: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. Onlara: “Tüm övgüler, Allah’a özgüdür.” denilmelidir. Ne yazık ki onların çoğu akıllarını kullanmıyorlar.
Müşrikler, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, çok geçmeden onlar, Allah’ın kendilerine verdiklerine iyilikbilmezlik etmek ve kazançlı çıkmak için Allah’ın ortakları olduğunu kabul ederler. Ama onlar, yakında bilecekler.
Müşriklerin: “Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız?” sözleri şaşkınlık uyandırır. Bunlar, Rablerine inanmamış kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, ateşin yâranıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
Müşrikler elçiden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmasını isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten Allah, yanlış işlerine karşılık insanlar için cidden bağışlama sahibidir. Ve kesinlikle Allah, azabı/ kovuşturması cidden çok çetin olandır.
Müşrikler, yanlış inanışları sebebiyle, “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır” diye ilkeler koydular. Allah’a yalan uydurarak, bir kısım hayvanların üzerine O’nun adını anmadılar. Allah, onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır.
Müşrikler, “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır” diye ilkeler koydular. Allah, onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır, çok iyi bilendir.
Müşriklerin tanrıları, yanlış inançları, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini karıştırıp bozsunlar diye ortak koşanların çoğuna, yük, utanç nedeni ve ilâhlara kurban edilmesi gerekçeleriyle, çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi. Bunlar, dikkate alınmamalıdır.
Akılsız insanlar, kendileri yardım olunmaları için Allah’ın astlarından ilâhlar/ tanrılar edinmektedirler. Hâlbuki onlar, ortak koşan zavallılar için yardıma güç yetiremezler. Hâlbuki ilâh edinenler, sözde ilâhlar için hazır askerlerdir; onları kendileri ayakta tutmaktalar.
Kâfirler, Allah’ın astlarından, bir şey yaratamayan, kendileri yaratılmış olan, kendileri için zarar ve yarara gücü olmayan, ölüme, hayata ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edinirler.
Müşrikler: “Allah çocuk edindi” dediler. Allah, bundan arınıktır. Aksine Allah’ın çocuğu denenler armağanlar verilmiş kullardır. Onlar, O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, Rahman’ın çocukları saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O’nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O’na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler.
Müşriklerin, akılları sıra Allah’ın astlarından, onlara engel olan birtakım tanrıları var. O sözde tanrılar kendilerine yardıma güç yetiremezler. Onlar Allah tarafından desteklenmezler de.
Kesinlikle müşrikler ve Allah’ın astlarından taptıkları, cehennemin odunudur/ yakıtıdır; müşrikler oraya girecekler. Eğer Allah’ın astlarından tapınılan şeyler ilâh olsalardı, oraya girmezlerdi. Ve hepsi orada temelli kalacaktır. Orada onların bir inlemeleri vardır. Bunlar orada bir şey işitemezler de.
Müşrikler, kızları Allah’a, oğulları kendilerine tercih ederler. Bu saçmalıktır.
Müşriklere sorsanız: “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim kontrol altına aldı/ kulların yararlanacağı yapı ve özellikte kim yarattı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O hâlde nasıl çevriliyorlar?
Müşriklere sorsanız: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. Onlara: “Tüm övgüler, Allah’a özgüdür.” denilmelidir. Ne yazık ki onların çoğu akıllarını kullanmıyorlar.
Müşrikler, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, çok geçmeden onlar, Allah’ın kendilerine verdiklerine iyilikbilmezlik etmek ve kazançlı çıkmak için Allah’ın ortakları olduğunu kabul ederler. Ama onlar, yakında bilecekler.
Altını ilah edinenler, insanların yaşamaya en hırslısı olanlardır. Bunlar, Allah’ın ortağı olduğunu kabul etmiş olan müşrik kimselerden de daha hırslıdırlar. Onların her biri bin sene yaşamayı arzular; oysa çok uzun yaşamak kendisini azaptan uzaklaştıramaz. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür.
Müşrikler azabı gördükleri ve kendileriyle bağlar kesildiği zaman, bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu “Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!” diyerek itiraf edecekler, ama bu itiraf işe yaramayacaktır. Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış pişmanlık ve üzüntüler hâlinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkanlar da değillerdir.
Müşrikler, tıpkı Firavun’un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi Allah’ın ayetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini tanımadılar. Allah, kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Şüphesiz ki Allah, çok güçlüdür, cezası/ sonuçlandırması çok şiddetli olandır.
Müşrikler, tıpkı Firavun’un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, Rablerinin ayetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini yalanladılar. Allah, onları günahları yüzünden değişime/yıkıma uğrattı; Firavun’un yakınlarını suda boğdu. Hepsi de kendi benliklerine haksızlık eden kimseler idiler.
İnkârcıların, müşriklerin cezaları, Allah’ın, doğal güçlerin/haberci ayetlerin, insanların hepsinin dışlayıp gözden çıkarması, sürekli içinde kalmak üzere şüphesiz onların üzerlerinde olmasıdır. Kendilerinden bu azap hafifletilmez ve kendilerine süre tanınmaz. Ancak bundan sonra bilinçlenerek hatalarından dönen ve düzeltenler başka. Artık, şüphesiz Allah, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.
Müşrikler, Allah’ın astlarından, yalnızca dişilere yakarırlar. Ve onlar ancak inatçı şeytana yakarırlar.
Müşriklerin: “Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir yaratılışta mıyız?” sözleri şaşkınlık uyandırır. Bunlar, Rablerine inanmamış kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, ateşin yâranıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
Müşrikler elçiden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmasını isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara iz bırakan cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten Allah, yanlış işlerine karşılık insanlar için cidden bağışlama sahibidir. Ve kesinlikle Allah, azabı/ kovuşturması cidden çok çetin olandır.
Kitap Ehlinden ve müşriklerden küfretmiş olan kişiler, içinde sürekli kalıcı olarak cehennemin ateşi içinde olacaklar. İşte onlar, yaratılanların en şerlilerinin ta kendileridir.
Müşrikler, Allah’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de onlara dair bilgiler bulunmayan Allah’ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve şirk koşarak yanlış yapanlar için hiçbir yardımcı yoktur.
İslâm’a davet olunduğu hâlde Allah üzerine yalan uydurandan daha yanlış iş yapan kimse olamaz. Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış iş yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez.
Kendilerine ilahi kitap yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan toplumun örneği ne kötüdür! Ve Allah, şirk koşarak yanlış iş yapanlar toplumuna doğru yolu göstermez.
“Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârcı olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve şirk koşarak, küfrederek yanlış iş yapanlar için yardımcılardan kimse yoktur” demişti.
İnkârcılara, kendilerinden önceki kişilerin; Nuh’un toplumunun, Ad’ın, Semud’un, İbrahim’in toplumunun, Medyen ashabının ve alt-üst olmuş kentlerin haberi bilgisi verildi. Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve sonra Allah, onlara haksızlık eden biri değildi. Velâkin onlar şirk koşmak suretiyle kendilerine haksızlık ediyorlardı.” mesajı yollandı.
İnsanların şirk koştuğu kişiler ve nesneler, tapınanlar için yardıma güç yetiremezler. Kendi nefislerine de yardım edemezler. Eğer onları doğru yola çağırılsa çağırana da uymazlar. Onları çağırmakla çağırmamak aynıdır.
O gün Allah putlar ile puta tapanları bir araya getirip yüzleştirecek:
Allah:
– “Siz mi saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi o yolu kaybettiler?”.
O sahte ilâhlar:
—Tüm noksanlıklardan arındırırız Seni. Senin astlarından yardım eden, yol, gösteren ve koruyan yakınlar edinmek bize yaraşmaz. Ama Sen onları ve atalarına öylesine nimetler verdin ki, öğüdü/ kitabı, terk ettiler ve değişime/ yıkıma, uğramaya giden bir topluluk oldular.”
Böylece putlar, kendilerine bilinçsizce tapanları yalanlayacaklar. Geri dönüş de yok artık. Kim şirk koşarak yanlış iş yaparsa, Allah ona büyük bir azabı tattıracak.
Ve o gün, şirk koşmak suretiyle yanlış yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni öğütten/ kitaptan o saptırdı. Ve şeytan insan için bir rezil edenmiş!” diyecek.
Nuh toplumu da elçileri yalanladıklarında suda boğuldu ve kendileri insanlar için bir alâmet/ gösterge yapıldı. Allah, şirk koşarak yanlış yapanlar için çok acı veren bir azabı hazırlamaktadır.
İnsanlardan bazılarının yakarıp durduğu ortak koştuğu kimseler, yeryüzünden hiçbir şeyi yaratmamışlardır. Onların Allah ile bir bağları da yoktur. Allah kendilerine bir kitap da vermemiştir. Tam tersi, şirk koşarak yanlış yapan o kimseler, birbirlerine, aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar.
Şirk koşarak yanlış yapan kimseler, her zaman apaçık bir sapıklık içindedirler.
Herkes, cehennemin kenarında; mahşerde toplanacaktır. İyiler kötüler orada birbirinden ayrılacaktır. Allah’ın koruması altına girmiş kişiler kurtarılacak. Şirk koşarak yanlış yapanlar da cehennemin dış kenarında/toplanma alanında dizleri üzerine çökmüş hâlde bırakılacak sonra cehennemin içine atılacaktır.
Herkes, diri ve bütün yarattıklarını gözetip duran Allah için baş eğer. Bir şirke bulaşarak yanlış iş taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır.
Firavun, kendisi ve askerleri gibi yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanlar ve Allah’a döndürülmeyeceklerini; ölüp hesap vermeyeceklerini sananlar ve şirk koşarak yanlış yapanlar; sonunda helak olurlar. Bunlar dünyada dışlanırlar; Allah’ın rahmetinden yoksun olurlar. Bunlar, kıyâmet gününde de kötülenmiş/uzaklaştırılmış kimselerdendirler.
Şirke bulaşmış kimseler, Kur’ân’da sadece Allah, ‘bir ve tek’ olarak anıldığı zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler; illaki Allah ile birlikte kendi ilahları da anılsın isterler.
Eski kuşaklar, şirk koşarak, küfrederek yanlış yaptıkları zaman değişime/ yıkıma uğradılar. Ve onların elçileri açık belgeler ile gelmişlerdi. Zaten onlar inanacak değillerdi. Günahkârlar topluluğunu Allah böyle cezalandırdı. Daha sonra nasıl amel edecekleri toplumlara gösterilsin diye eskilerin ardından yeni kuşaklar getirildi.
Ahirette Allah herkesi toplayacak ve şirk koşanlara “Siz ve ortaklarınız, yerlerinize!” diyecek. Şirk koşanlar ile putları birbirine düşecek, putlar: “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin kulluğunuzdan kesinlikle bilgisizdik/ duyarsızdık” diyerek suçu üzerlerinden atacaklar.
Kazanmış olduğu şeylerden başkası ile cezalandırılmadığından şirk koşarak, inkâr ederek yanlış iş yapanlara, “Tadın şu sonsuzluğun azabını!” denilecek.
Şirk koşmak suretiyle yanlış yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa, onu feda ederdi/kurtulmalık verirdi. Ve onlar azabı görünce pişmanlık duyardı. Ama aralarında adalet kesinlikle gerçekleşecektir. Ve onlar haksızlığa uğramazlar.
Allah, şirk koşarak yanlış yapan kimselerden oluşan kentleri, acıklı bir yakalayışla yakalayıp yok etmiştir. Dünya cezalandırması sadece belli bir süreye kadar ertelenir.
Eyke ashâbı da kesinlikle şirk koşarak yanlış yapan kimselerdi de Allah kendilerini yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti yerine getirdi. İkisi de; Eyke ve Lût toplumu açık bir yol üzerinde, herkesin gözü önündedir.
Allah’a karşı yalan uydurandan veya âyetlerini yalanlayandan daha yanlış davranan kimse olamaz. Hiç şüphe yok ki şirk koşarak yanlış davranan bu kimseler kurtuluşa eremezler.
Şirk koşan insanlar düşünmelidir:
Allah’ın azabı kendilerine ansızın veya açıkça gelirse, şirk koşarak yanlış davrananların toplumundan başkası mı değişime/yıkıma uğratılmış olur!
Şirk koşanların yapmış oldukları şeyler boşa gider.
Şirk koşarak yanlış iş yapan kimseleri, ölümün şiddeti içindeyken, görevli güçler de onlara ellerini uzatmış, “Canlarınızı çıkarın. Bugün, Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylediğinizden ve O’nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandırılacaksınız” derlerken bir görmek lazım!
İnsan, ilk yaratıldığı zamanki gibi yapayalnız/ teker teker Allah’a döner ve Allah ne verdi ise hepsini arkasında bırakır. Allah’a şirk koşulan sözde destekçiler de müşriklerle birlikte olmaz. Yanlış inanılan ne varsa hepsi yok olur gider.
Eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da şirk koşarak yanlış iş yapan o kişilerin olsaydı, kıyâmet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu kesinlikle kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkarılır.
Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri, kendilerine isabet eder. Şunlardan şirk koşarak yanlış iş yapmış olan o kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve onlar âciz bırakanlar değildir.
Yaklaşan gün hakkında uyanık olunmalıdır. O zaman kalpler dehşetten ürpererek gırtlaklara dayanacaktır. Şirk koşmak suretiyle yanlış yapan kimse için ne sıcak bir dost vardır, ne de itaat edilecek bir destekçi, yardımcı, iltimasçı…
Kıyamet gününde, şirk koşarak yanlış yapan kimselere özür dilemeleri yarar sağlamaz. Ve onlar, dışlanarak mahrum bırakılırlar, yurdun en kötüsü de onlar içindir.
Şirk koşanların; Allah’ın astlarından yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinen kimselerin her yaptığı Allah tarafından kayda alınır.
Bazı kimseler Allah’ın astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar kabulleniyorlar. Hâlbuki Allah, yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakının ta kendisidir. Ve O, ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. İşte O, göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır/parçalayıcısıdır.
Allah’ın dinde izin vermediği şeyi hiç kimse kendileri için meşru kılamaz. Buna cüret edenler mutlaka cezalandırılacaktır. Eğer, Allah’ın cezaları âhirete erteleme kararı olmasaydı, cezaları hemen verilirdi. Şüphesiz şirk koşarak yanlış yapanlar da mutlaka cezalandırılacaktır.
Dikkatli olunmalıdır; şirk koşarak yanlış iş yapanlar devamlı bir azap içerisinde olacaklardır. Onlar için Allah’ın astlarından kendilerine yardım edecek hiçbir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın yoktur. Allah kimi de saptırırsa, artık onun için herhangi bir yol yoktur.
Kıyamet günü pişmanlık duyulması insana hiçbir yarar sağlamayacak. İnsanlar, şirk koşarak yanlış iş yaptığı zaman kesinlikle azapta ortaklar olacaklar.
Günahkârlar, cehennem azabında süreklidirler. Kendilerinden hafifletilmeyecektir. Onlar, orada da ümitsizlerdir. Ve Allah, onlara haksızlık etmedi, fakat onlar, şirk koşarak yanlış iş yapan kimselerin ta kendileri idiler. Onlar seslenecekler: “Ey cehennemin bekçisi Mâlik! Rabbin bizim işimizi bitirsin.” Mâlik de onlara: “Şüphesiz siz böyle kalacaksınız” diyecek.
Artık şüphesiz, şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler için arkadaşlarının payı gibi bir pay vardır. Artık acele etmesinler.
O gerçek, Rabbimiz Allah’tandır. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen örtsün/ inanmasın.” Şüphesiz Allah şirk koşarak yanlış yapanlar için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladı. Ve eğer yağmur yağsın isterlerse, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/ sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
Şirk koşarak yanlış iş yaptıkları zaman değişime/ yıkıma uğramış kentler işte meydanda! Allah onların değişime/ yıkıma uğramaları için de belirli bir zaman tayin etmişti.
Allah, kıyâmet günü ortak koşan kimseleri dalgalar hâlinde birbirlerine girer hâlde bırakıverecektir. Sûr’a da üflenecektir. Böylece ortak koşan kimselerin hepsi bir araya toplanacaktır.
İnkârcılar, kendilerine, doğal güçlerin gelmesini veya Allah’ın emrinin gelmesini bekliyorlar. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, fakat onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık etmişlerdi, yanlış iş yapmışlardı. Bunun için, sonunda yaptıklarının cezası kendilerine isabet etti. Alay edip durdukları şey de kendilerini kuşattı.
Allah’a ortak koşan kimseler: “Allah dileseydi biz ve atalarımız Kendisinin astlarından hiçbir şeye tapmazdık ve O’nun astların hiçbir şey haram kılmazdık” diye suçu Allah’a atmaya çalışırlar. Kendilerinden önceki kimseler böyle yaptılar.
Allah, kesin olarak: “İki ilâh edinmeyin. O, ancak tek bir ilâhtır. O hâlde yalnız Benden korkun/yalnız Bana kulluk edin.” diye buyurmuş, şirk koşulmasına izin vermemiş, rıza göstermemiştir.
Geçmişte Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabullenmeyen kimseler, elçilerine: “Ya sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkaracağız, ya da kesinlikle bizim dinimize/ yaşam tarzımıza döneceksiniz!” dediler. Rableri de elçilerine: “Biz şirk koşarak yanlış yapanları kesinlikle değişime/ yıkıma uğratacağız ve onlardan sonra sizi kesinlikle o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir” diye vahyetti.
Şirk koşarak yanlış yapanlar, kendileri için acı bir azap olanlardır! İman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapanlar da, Rablerinin izniyle/ bilgisiyle içinde sürekli kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selâmlaşma karşılamaları, “Selâm”dır.–
Şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler, “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” diye yalvaracaklar. Kendilerine Allah tarafından: “Daha önce siz, sizin için bitişin/tükenişin/yok oluşun olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, şirk koşarak kendilerine haksızlık edenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.” denilecek. Onun için herkes aklını başına almalıdır.
Allah, şirk koşmak sûretiyle yanlış yapan nice kentleri kırıp geçirdi. Onlardan sonra da başka toplumları var etti. Öyle ki onlar Allah’ın azabının şiddetini hissettikleri zaman ondan hızla uzaklaşıp kaçıyorlardı. –Hızla uzaklaşıp kaçmayın, sorgulanmanız için, içinde şımarıp azdığınız şeylere ve evlerinize dönün.– Onlar: “Yazıklar olsun bizlere! Şüphesiz biz gerçekten yanlış davrananlar imişiz” diyorlardı. İşte onların bu çağrıları, onları biçilmiş bir ekin ve sönmüş ocak/kül hâline getirinceye kadar son bulmadı.
Her kim: “Ben, şüphesiz Allah’ın astlarından bir ilâhım” derse, Allah onu cehennemle cezalandırır. İşte şirk koşarak yanlış yapanları Allah böyle cezalandırır.
Şirk koşarak yanlış iş yapmış kimseler, bilgisizce boş-iğreti arzularına uymaktadırlar. Ama Allah’ın şaşırttığını kimse yola getiremez. Onlar için yardımcılardan da yoktur.
İnsanlardan kimi de Allah’ın astlarından birtakım eşler tutar ve onları, Allah’ı sever gibi severler. Oysa iman etmiş kimseler, Allah’a sevgi yönünden daha kuvvetlidir. Ve şirk koşarak yanlış iş yapan kimseler, azabı görecekleri zaman; kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşacaklardır.
İmanlarından ve şüphesiz elçinin hak olduğuna tanık olduktan ve kendilerine açık deliller geldikten sonra, Allah’ın ilâhlığını, rabliğini örten bir topluma Allah kılavuzluk etmez. Allah, şirk koşarak yanlış yapanlar toplumuna kılavuzluk etmez.
İnançsızların bu basit dünya hayatında harcadıklarının durumu, şirk koşmak suretiyle kendilerine haksızlık eden bir toplumun ekinlerine isabet edip de onları değişime/yıkıma uğratan, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara haksızlık etmedi. Fakat onlar, şirk koşmak suretiyle kendilerine haksızlık ediyorlar.
Allah yenilgi ile de zafer ile de imtihan eder, Allah şirk koşarak yanlış yapanları sevmez. İnsan için yenilgi de zafer de sınav aracıdır. Aslolan Allah’a şirk koşmamak, Allah’ı birlemektir.
Kim, düşmanlık ve şirk koşmak suretiyle yanlış iş olarak bu yasakları işlerse, yakında Allah onu ateşe sokar. Ve onu ateşe atmak, Allah’a çok kolaydır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen ve şirk koşmak suretiyle yanlış iş yapan kimseleri Allah, bağışlamayacaktır. Onları içinde temelli ve sonsuza dek kalacakları cehennem yolundan başka bir yola da kılavuzlayacak değildir. Ve bu, Allah’a çok kolaydır.
Allah, şirk koşarak yanlış yapanlara da, acıklı bir azap hazırlamıştır.
Nice kentler de vardı ki şirk koşmak suretiyle yanlış iş yaparlarken Allah onları değişime/ yıkıma uğrattı. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar orta durup durmaktadır, herkesçe görülmektedir.!
Şirk koşmak suretiyle yanlış iş yapıp duran nice kentler; Allah kendilerine süre tanıdı, sonunda onları yakalayıverdi. Dönüş, sadece Allah’adır.
Şirk koşarak yanlış yapanlar da kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler.
İnsanlar şirkten uzak olmalıdır; Rablerinin bir tek olan Allah, Samet olan Allah olduğu, Allah’ın doğurmamış ve doğurulmamış ve hiçbir şeyin Kendisine denk olmadığı iyi bilinmelidir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini tanımayan, kabul etmeyen kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, cehennem ateşinin birazı da hafifletilmez. İşte Allah, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten her aşırı kimseyi böyle cezalandırır. Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” –Size, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık şirk koşarak yanlış yapanlar için bir yardımcı da yoktur.–
İnsan, Allah’ın gökleri dayanak olmadan yaratmasını, yeryüzünde de, kendisine sofra hazırlasın diye sarsılmaz dağlar bırakmasını ve oralarda irili-ufaklı her canlıdan türetip yayıvermesini, gökten su indirmesini, böylelikle orada her değerli çiftten bitki bitirmesini iyi araştırmalı, bunlar hakkında iyi düşünmelidir. Bunlar Allah’ın yaratması mıdır yoksa sahte ilahların yaratması mıdır? Sonunda o şirk koşarak yanlış iş yapanların, apaçık bir sapıklık içinde oldukları görülecektir
İNKARCILARA UYARILAR
Ahrete inanmayanlar akıllarınca, Allah’ın ayetlerini örtbas etmek için, inananların başarısız olmaları için tuzak kuruyorlar. Allah, kesinlikle onları cezalandıracaktır. Bu, zaman içerisinde herkes tarafından görülecektir.
Mahşer günü, günahkârların konuşmayacakları, herkesin toplandığı, hiçbir planın işlemeyeceği, özür dilemenin olmayacağı ayırma günüdür. Bunu kabullenmeyenler gerçeği örtbas ettiklerinden kendilerine yazık ederler.
“Allah’a ortak koşmaktan uzak durun” denildiği zaman, ortak koşmaktan uzak durmayanlara; Kur’an’a inanmayanlara da “Yiyin, yararlanın biraz, şüphesiz siz suçlularsınız” diye mahşer günü seslenilecektir. Buna inanmayanlar, gerçeği sakladıklarından kendilerine yazık ederler.
Allah’a ortak koşanlar kıyamet günü gelmeden önce Kur’an ile uyarılarak varacakları yerin cehennem olacağı onlara bildirilir.
Gökyüzü, yeryüzü ve aralarında olanlar boşuna yaratılmamıştır. Boşa yaratıldığı iddiası, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kişilerin zannıdır. Konu bilimsel olarak araştırılmalıdır.
Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklük taslayanlar cehennemlik kimselerdir. Onlar orada sürekli kalacaklardır. Öyleyse, Allah’a karşı yalan uyduran veya ayetlerini yalanlayandan daha zalim; kendi zararına iş yapan kimse olamaz.
Allah’ın ayetlerini yalanlayan ve onlara karşı büyüklenen kimseler Allah’ın rahmetinden yararlanamaz, kesinlikle cennete giremez.
Kıyamet/ ölüm geldiğinde, önceleri onu umursamayanlar, “Rabbimizin elçileri gerçekten bize gerçeği getirmişti. Acaba bizim için aracılık edecek aracılar var mı? Veya geri gönderilip de yaptıklarımızdan başkasını yapabilir miyiz?” diye itiraf ve talepte bulunacaklar ama artık, iş işten geçmiştir. Uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılmış gitmiştir.
Allah’ın ayetlerini yalanlayıp, sırf kendilerine haksızlık eden o toplumun durumu ne kötüdür!
Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, bilemeyecekleri yönden derece derece, yavaş yavaş değişime/ yıkıma yaklaştırılırlar.
İnanmayanlar göklerin ve yerin mülkiyetini ve yönetimini, Allah’ın yaratmış olduğu herhangi bir şeyi ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimalini iyi düşünmelidirler.
İnançsızlar, sonunda tehdit edildikleri şeyi gördükleri zaman, kimin yardımcı yönünden en zayıf ve sayıca da daha az olduğunu, Allah’ın dışında güvendiklerinin işe yaramaz olduğunu hemen bileceklerdir. Ama bu biliş, artık yararlı olmayacaktır. Bu bilinç, hayatın normal şartlarında olmalıdır.
İnsanlar aslında ölüm sonrası dirilmeyi inkâr eder görünse de zihinlerinde hep bir “acaba?” vardır. Bu tartışmayı/soruyu gündemlerinden hiç düşürmezler. Fakat Allah’ın bildirdiğine ve bilimin tespit ettiğine göre bu, karşı karşıya kaldıkları bir tek çığlıkla kendilerini yakalayıverecektir. İşte o zaman bir vasiyette bile bulunamazlar, çevrelerine uyarı bile yapamazlar. Ailelerine, yakınlarına da dönemezler.
Ahireti inkar edenlerin inkarlarını doğrulayacakları ne bir kitap ne de bilimsel açıklaması vardır. Onlar zan ile hareket ediyorlar. O yalanladıkları şey karşı koyamayacakları, kesin olarak gerçekleşecektir. Hem de farkında olmadıkları bir anda onları yakalayacaktır.
Kıyameti inkâr etmiş olanlara mahşerde, Allah tarafından “Ey günahkârlar! Bugün siz hadi ayrılın! “Ey Âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, kesinlikle o size apaçık bir düşmandır ve Bana kulluk edin, işte bu dosdoğru yoldur ve ant olsun ki şeytan sizden birçok kuşakları saptırdı” diye size ahit vermedim mi? Hâlâ aklını kullananlar değil miydiniz? İşte bu, size vaat olunmuş cehennemdir. Örtüp durduğunuz/ inanmadığınız şeyler nedeniyle hadi bugün yaslanın ona!” denilecektir.
Kâfirlerin işi gücü bahane üretmektir:
İnkâr edenler: “Elçiliğini iddia eden bu kişi, Rabbinden bize bir alâmet/gösterge getirse ya!” derler. Eğer Allah, onları bundan önce bir azap ile değişime/yıkıma uğratsaydı, kesinlikle “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi.
Herkes beklemektedir. Şüphesiz düz, doğru yolun sahiplerinin kimler olduğunu ve kimlerin kılavuzlandığı doğru yolu bulduğu yakında; olacak o vaka olduğu zaman –ki o vakanın oluşu için yalan söyleyen yoktur. O vaka, alçaltıcıdır, yükselticidir– yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza dumana dönüşüverdiği zaman ve insanlar, üç eş sınıf olduğu zaman açığa çıkacaktır
İnkârcılardan birine ölüm geldiğinde, “Rabbim, terk ettiğim şeylerde iyi, güzel, düzgün işlemem için beni geri döndür” diyecek. Kesinlikle onun düşündüğü, beklediği gibi olmayacak. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır.
Mahşer günü Allah, onların ağızlarının üzerine mühür vuracak, ellerini konuşturacak, ayakları da kazandıkları şeylere şâhitlik edecektir.
Akılsız, inkârcı insanlar, Allahın, kendilerini bir nutfeden/ bir damla sudan yarattığını dikkate almadan ölümden sonra dirilmenin kavgasını veriyor; kendi yaratılışını dikkate almaksızın bir örnekleme yaparak: “Kim diriltecekmiş bu çürümüş kemikleri? Onlar çürümüş iken!” diyorlar. Onları ilk defa yaratan onları yeniden diriltecektir. Ve O, her yaratmayı çok iyi bilendir.
Kâfirler, Allah’ın astlarından, bir şey yaratamayan, kendileri yaratılmış olan, kendileri için zarar ve yarara gücü olmayan, ölüme, hayata ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen ilâhlar edinirler.
Ahreti inkâr edenler azgınlarının itmesiyle genellikle, “Bizim üzerimize melekler/ doğal güçler indirilmeliydi” ya da “Rabbimizi görmeli değil miydik?” demektedirler. Ama melekleri (gökyüzünde oluşan değişimleri, ışın, radyasyon ve meteorları ) görecekleri o çetin gün; zorla ölürken veya kıyamet koparken, toz zerreleri olmaya sürüklenirlerken onlara, günahkârlara hiçbir müjde; sevinçli haber olmayacak, her güzel şey onlara yasaklanacak.
İnançsızlar yarından emin olup da “Elbette mal ve çocuk verilecektir” diyebiliyorlar. Hâlbuki onlar, bilemeyecekleri, akıllarının eremeyeceği konularda bilgi sahibi gibi davranıyorlar. Onlar Allah’tan da bir garanti almamışlardır. Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Allah, onların söylediği şeyleri yazar ve onlara azabı uzattıkça uzatır.
İnkârcıların ameli sürekli yazılıyor; ahrette önlerine sayılıp dökülecektir.
İnkârcılar: “Biz malca ve evlatça daha çoğuz ve biz azaba uğrayacaklardan değiliz.” derler. İnkârcıları azaba taşıyan, onları yanılgıya düşüren, kendilerini zengin, güçlü hissetmeleri ve hesap gününü inkâr etmeleridir.
İnkârcı çocuklar, anasına-babasına/eğitmenine: “Öf size! Siz beni, benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken çıkarılmakla/ öldükten sonra dirilmekle mi tehdit ediyorsunuz?” derler. Ve anası-babası/ eğitmeni, Allah’a yalvararak: “Yazık sana! Gel iman et, şüphesiz ki, Allah’ın vaadi gerçektir” der. Sonra da o: “Bu Kur’ân, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir” der. İşte anası-babası/eğitmeni ile inanç çatışması olan, âhirete inanmayan çocuklar, kendilerinden önce gelip geçmiş olan bilinen-bilinmeyen tüm kesimden önderli toplumlar içerisinde aleyhlerinde Söz hak olmuş; cehennemi dolduracak kimselerdir. Şüphesiz onlar, gerçekten kayba/ zarara uğrayıp acı çeken kimselerdir.
İnkârcılara bir âyet geldiği zaman, “Allah’ın elçilerine verilen gibi bize de verilmedikçe asla inanmayacağız” dediler. Allah elçilik görevini nereye, kime vereceğini daha iyi bilir. Suç işleyenlere, çevirdikleri hilelerinden dolayı Allah katında bir aşağılık ve çetin bir azap dokunacaktır.
Eğer insan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtecek/ iyilikbilmezlik edecek olursa, bilsin ki, şüphesiz Allah’ın insana hiçbir ihtiyacı yoktur ve O, kulları için, Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin örtülmesine/ nankörlüğe rıza göstermez.
Eğer insan kendisine verilen nimetlerin karşılığını öderse, Allah buna razı olur.
İnançsızlar, ahrette yardıma desteğe sahip olamayacaklardır.
İnkârcıların kalpleri üzerinde, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarında da bir ağırlık vardır.
Allah, inkârcıları kıyâmet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü toplayacak. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki cehennem dindi, onlara ateşi arttırılacak. İşte bu, onların, âyetleri/ alâmetleri/ göstergeleri örtbas etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir yaratılışla kesinlikle diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır.
İnkârcılar gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, kendilerinin aynı olan insanları yaratmaya da güç yetiren olduğunu ve onlar için şüphe edilmeyen bir süre sonu belirlemiş olduğunu da düşünmelidirler.
Ahirete inanmayan, dünya hayatına razı olan, onunla tatmin bulan kimseler ve Allah’ın âyetlerine/ alâmetlerine/ göstergelerine duyarsız, ilgisiz olan kimselerin; kendi elleriyle ettikleri yüzünden varacakları yer ateş olacaktır.
İnkârcılar, “Ona Rabbinden bir alâmet/ gösterge indirilseydi ya!” derler.
“Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmek kesinlikle Allah’a aittir. Herkes olacakları beklemelidir.
İnkârcılar; “Eğer doğru kimseler iseniz bu vaat ne zamandır?” diyorlar. Biz onlara, “Biz, Allah’ın dilediğinin dışında kendimiz için bir zarar ve bir yarara güç yetiremeyiz; kıyametin zamanını Allah bilir” demeliyiz.
İnkârcılar nelerine güveniyorlar! Kendilerini düzeltecekleri yerde kıyameti acele istiyorlar. Aslında azap onlara o kadar yakın ki; geceleyin uykuda veya gündüzün gelmesi kadar yakındır. Bu konuyu insanlar çok iyi düşünmelidir.
İnkârcılara, “Gerçekten siz öldükten sonra diriltileceksiniz” denince onlar, “Bu apaçık bir sihirden/sihirbazdan başka bir şey değildir” diyorlar. Allah, bunlardan azabı belli bir önderli toplum oluşana kadar erteleyecek olursa, o zaman da, “Onu engelleyen nedir ki?” diyorlar. Gözler açılmalı, uyanık olmalıdır. O azap, onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir. Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmıştır.
Hicr ashâbı da elçileri yalanladılar. Allah, onlara âyetlerini/alâmetlerini/ göstergelerini vermişti. Ama onlar, onlardan yüz çevirdiler. Ve onlar, dağlardan emniyetli evler yontuyorlardı. Buna rağmen onları da sabahleyin korkunç bir çığlık yakalayıverdi. Böylece kazanmakta oldukları şeyler, kendilerinden hiçbir şeyi savmadı; Allah’ın cezalandırmasından kendilerini kurtaramadılar.
İnkârcılar, meleklerin gelmesinden yahut Rabbimizin azabının gelmesinden, ya da Rabbimiz Allah’ın bazı alâmetlerinin/ göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbimizin alâmetlerinden/ göstergelerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir yarar sağlamaz.
İnkârcılar, kendilerine: “Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur” denildiği zaman büyüklük taslıyorlar ve “Şüphesiz biz, gizli güçlerce desteklenen/ deli bir şair için ilâhlarımızı bırakır mıyız?” diyorlar.
Cahiller, inançsızlar, kız çocuklarını Allah’a, oğlan çocukları kendilerine ayırarak yanlış iş yapıyorlar. Melekler dişi de değildir. Yaratılışlarına tanık olmadıkları halde nasıl böyle bir iddia ortaya atılır. Allah, kızları oğullara tercih etmemiştir. Düşünmeden, Allah’tan bir bilgi olmadan böyle hüküm, böyle düşünce olmaz.
İnançsızlar: “Şüphesiz eğer yanımızda öncekilerden bir öğüt/kitap olsaydı, elbette biz de Allah’ın arıtılmış kulları olurduk.” derler. Ama Şimdi de o öğüdü/kitabı bile bile örtbas ettiler. Artık yakında bileceklerdir.
İnsanlardan kimi de vardır ki, bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve onu eğlence edinmek için laf eğlencesi satın alır. Kendisine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman sanki kulaklarında bir ağırlık varmış da onları işitmemiş gibi, büyüklük taslayarak sırt çevirir. Bunlar, aşağılayıcı, çok acı verecek bir azap ile cezalandırılacak kimselerdir.
İnkârcılar, gölgeler gibi bir dalga kendilerini bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtarır, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman ile Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtme arasında bir yol tutar, ikili oynar]. Allah’ın âyetlerini ancak, tam hain ve tam nankör olan kimseler bile bile inkâr eder.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile örtbas eden kimseler: “Siz çürüyüp, didik didik parçalandığınız vakit, kesinlikle yeni bir yaratılış içinde bulunacaksınız diye, size haber veren bir kişiyi size gösterelim mi? O, bir yalanı Allah’a uydurdu mu, yoksa kendisinde bir delilik mi var?” diyorlar. Tam tersi, âhirete inanmayan kimseler, azap ve uzak bir sapıklık içindedirler.
İnkârcılar hep, “Eğer siz doğrulardan iseniz bu vaat ettiğiniz ne zaman?” derler. Onlara o günün belirlenmiş bir zaman olduğu, bu zamanın hiç değişmeyeceği bildirilmelidir.
İnkarcılar korkuya kapıldıkları zaman kaçacak delik ararlar ama artık kaçmak yoktur. Ve yakın bir yerden yakalanmışlardır.
Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri/alâmetleri/göstergeleri hakkında mücâdele edenler; onların göğüslerinde ancak yetişemeyecekleri bir kibir vardır.
Kitabı ve elçileri gönderilenleri yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara: “Allah’ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denilecek. Onlar: “Bizden kaybolup gittiler; aslında biz zaten önceleri hiçbir şeye yakarmıyorduk” diyecekler.
Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini kabullenmeyenleri, yeryüzünde haksız yere şımarmaları ve böbürlenmeleri nedeniyle saptırır. Sapıklar içinde sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girecekler. –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!–
İnkârcılar, ne zaman ki elçileri onlara açık delillerle geldi, kendilerinde bulunan bilgiden dolayı şımarıklık etmişlerdi. Hâlbuki o, alay ettikleri şey onları kuşatmıştı.
Sonra da ne zaman Allah’ın hışmını gördüler: “Allah’ın birliğine inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri kabul etmiyoruz” dediler. Ama Allah’ın hışmını gördükleri zamanki imanları, Allah’ın, kulları hakkındaki sürüp giden tutumu gereği kendilerine yarar sağlamaz.
Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini kabul etmemiş kimselere şiddetli bir azap tattıracak ve kesinlikle onlara yaptıkları amellerin en kötüsünü karşılık olarak verecektir. İşte bu, Allah’ın düşmanlarının cezasıdır; ateştir. Allah, ayetlerini bile bile inkâr eden kimselere ceza olarak, onlar için orada sonsuzluk yurdu vardır.
İnkârcıların büyüklük taslamaları anlamsızdır. Rablerini iyi tanıyan kişiler her zaman O’nun için Allah’ı noksan sıfatlardan arındırırlar ve onlar hiç usanmazlar.
Allah’ın alâmetleri/ göstergeleri hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Allah’a gizli kalmazlar.
İnkârcılar, ancak kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki taşkınlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Allah tarafından “adı konmuş bir süre sonuna kadar” sözü geçmemiş olsaydı kesinlikle onlar mahvedilirdi.
Kendisine karşılık verildikten sonra Allah hakkında tartışanların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir.
Kıyamete inanmayan kimseler onun çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. Kıyâmetin kopuş zamanı hakkında tartışanların kesinlikle geri dönüşü olmayan bir sapıklık içinde oldukları iyi bilinmelidir.
İnkârcılar, elçiyi ve Kur’an davetçilerini “Allah’a karşı yalan uydurdu” diye itham ederler. Eğer Allah dilerse sizin de kalbinizi mühürler; bâtılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, göğüslerde bulunan şeyleri çok iyi bilendir.
Kendi boş-iğreti arzusunu ilâh edinen ve Allah’ın bir bilgi üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimselere Allah’tan sonra ona kimse doğru yol kılavuzluğu yapamaz. İyi düşünülmelidir.
İnkârcılar, “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak geçen uzun zaman değişime/ yıkıma uğratır” diyorlar. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar. Kendilerine Allah’ın âyetleri apaçık okunduğu zaman da, “Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin” demekten başka delilleri de olmuyor.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile kabul etmemiş olan kimselere, “Peki size âyetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir toplum oldunuz? Ve ‘Allah’ın sözü kesinlikle gerçektir ve kıyâmet anına gelince, onda kuşku yoktur’ denildiğinde, ‘Kıyâmet anının ne olduğunu bilmiyoruz, yalnızca biz, sadece zannediyoruz, kesin bir bilgi edinmiş değiliz’ dediniz. Ve işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine belli olacak ve onları, kendisiyle alaya aldıkları şeyler kuşatıverecek.
İnkârcılara: “Allah’ın astlarından yakardığınız şeyleri gördünüz mü/ hiç düşündünüz mü? Onlar, yeryüzünden neyi yaratmışlar, bize gösterin. Yoksa onların göklerde bir ortaklıkları mı var? Eğer siz doğru kimseler iseniz bize Kur’ân’dan önce bir kitap veya bilgiden bir kalıntı getirin.” denilmelidir.
Allah’ın âyetleri kendilerine apaçık okunduğu zaman Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadına kabullenmeyen kimseler, kendilerine gelen “hak” için: “Bu apaçık bir büyüdür”, “Kur’ân’ı, Muhammed uydurdu” derler. Onlara “Eğer Kur’an’ı Muhammed uydurmuşsa ona Allah’tan olacak şeye güç yetirilemez; onu Allah gibi kimse cezalandıramaz. O, sizin neyin içine atıldığınızı daha iyi bilir. Sizinle onun arasında tanık olarak O yeter. Ve O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. O elçilerden ilk ortaya çıkan biri değildir. Ve o, kendisine ve size ne yapılacağını bilmez. O, sadece kendisine vahyedilene tâbi olur ve o sadece apaçık bir uyarıcıdır”, “Hiç düşündünüz mü? Eğer Kur’ân, Allah tarafından ise ve siz de onu örtmüşseniz, bununla birlikte İsrâîloğulları’ndan bir şâhit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa, siz de büyüklük tasladıysanız… Şüphesiz ki, Allah şirk koşarak yanlış yapanlar topluluğuna kılavuzluk etmez.” denilmelidir.
Geçmişte Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan kişiler, iman etmiş kişiler için: “Eğer bir hayır, çıkar olsaydı, onlar, ona bizim önümüze geçemezlerdi; önce biz mü’min olur çıkarı biz alırdık” dediler. Bununla kılavuzlandıkları doğru yola girmeyince de: “Bu eski bir uydurmadır” deyip geçtiler.
İnkârcılar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de güç yetiren olduğunu görmeliler/ düşünmeliler. Evet, şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabul etmeyen kimselerin ateş üzerine yayılacakları gün: “Bu, gerçek değil miymiş?” Onlar da: “Evet; gerçekmiş. Rabbimize andolsun!” dediler. Allah: “O hâlde örtüp durduğunuzdan/ inanmadığınızdan dolayı şimdi tadın azabı!” diyecek.
Allah, cehennemi kıyamet günü, Kendisini hatırlatan alâmetlerinden/ göstergelerinden gözleri bir örtü içinde olan ve vahye kulak vermeye güçleri olmayan Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler için genişlettikçe genişletecektir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile reddeden kimseler, Allah’ın astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edineceklerini asla sanmamalıdırlar? Allah cehennemi, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile kabullenmeyen kimselere bir konuk ziyafeti (!) olarak hazırlamıştır.
Ameller bakımından en çok zarara uğrayanlar, yapay olarak, güzellik ürettiklerini sanırken, dünyadaki çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir. Rablerinin âyetlerini ve O’na ulaşmayı örtmüş/ inanmamış kimselerdir de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyâmet günü onlar için Allah hiçbir ölçü tutturmaz/ hiç bir değer vermez. Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmeleri, Allah’ın âyetlerini ve elçilerini alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
İnkârcılara: “Rabbiniz ne indirdi?” denildiği zaman, onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tam olarak yüklenmek ve bilgisizlikleri yüzünden saptırmakta oldukları kimselerin günahlarından bir kısmını da yüklenmeleri için, “Öncekilerin efsaneleri” derler. Dikkat edin, bu tiplerin yüklendikleri şey ne kötüdür! Şüphesiz onlardan önceki kimseler tuzak kurdular da Allah, onların duvarlarına temellerinden vurdu. Sonra da çatı tepelerinden üzerlerine çöktü. Ve onlara azap akıl edemedikleri bir yönden geldi. Sonra kıyâmet günü Allah, onları rezil-rüsva edecek ve “Hani uğrunda düşmanlık ettiğiniz ortaklarım nerede?” diyecektir. Kendilerine bilgi verilmiş olan kimseler: “Şüphesiz ki bugün rezillik-rüsvalık ve kötülük Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir” diyecekler.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek kabullenmeyen kimseler, kendilerine haksızlık etmiş kimseler olarak, meleklerin, geçmişte yaptıklarını ve yapmaları gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlattırdıkları kimselerdir. Artık teslimiyeti koyarlar: “Biz, hiçbir kötülükten yapmıyorduk.” Tam tersi, şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
Onlara, “O hâlde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denilecektir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
Kâfirler, “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah’a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeyi onlara açığa koymak ve gerçekleri örtbas eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir.
İnkârcılar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra onu tanınmaz hâle getirirler. Onların çoğu Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inattan kabullenmeyen kimselerdir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabullenmeyen ve Allah yolundan çeviren kimselere, Allah yaptıkları bozgunculuk nedeniyle onlara azap üstüne azap artırır.
Her kim imanından sonra Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örter, –kalbi iman ile yatışmış hâlde iken, baskıyla zorlanan hariç olmak üzere– ve de örtmeye/ inanmamaya göğsünü açarsa, artık kendilerinin üzerine Allah’tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır. Bu, onların dünya hayatını âhirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah’ın da Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini inadından kabullenmeyen bir topluluğa doğru yolu göstermemesi nedeniyledir. Onlar, Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini damgaladığı/mühürlediği kimselerdir. İlgisiz, bilgisiz, duyarsız olanlar, onların ta kendileridir. Şüphesiz, onlar âhirette ziyana uğrayanların ta kendileridir.
İnkârcıların dünyalıkları pek az bir kazanımdır. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.
Dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah’ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabullenmeyen kimselerin hali, şiddetli bir azaptan dolayı çok kötü olacaktır.
Rablerini örten/inanmayan kimselerin durumu, onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından kabul etmemiş olan kimseler, iyi gözlem yapmalıdır; gökler ve yer bitişik bir hâlde idi de Allah ikisini ayırdı ve hayatı olan her şeyi sudan oluşturdu. Buna rağmen hâlâ inanmıyorlar mı?
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inatlarından reddeden kişiler, mü’minleri gördükleri zaman, sadece, onları alaya alıyorlar; “İlâhlarınızı anıp duran bunlar mı?” derler. Hâlbuki onlar Rahman’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] anılmasını, öğüdünü, Kitabı, Kur’ân’ı örtenlerin ta kendileridir.
İnkârcıların kalpleri hakka karşı örtü içindedir. Ve onların bundan aşağı birtakım kötü işleri vardır ki, onlar kötü işleri yapar dururlar. Sonunda, onların konfor içinde olanlarını Allah azapla yakaladığında hemen feryadı basıverecekler. Allah da onlara “Bugün feryat etmeyin! Şüphesiz siz, Bizden yardım göremezsiniz. Şüphesiz âyetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz kibirlenerek ve geceleyin hezeyanlar savurarak arkanızı dönüp giderdiniz.” diye karşılık verecektir.
İnkâra yeltenenler iyi düşünmelidirler: İnsanlara kitap gönderilişi yeni bir şey değildir. Atalarına da Kur’an gibi kitap gönderilmişti. İyi incelerlerse elçiyi de kabullenirler.
Eğer onlara acıyıp da Allah, içinde bulundukları sıkıntıyı giderseydi, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi. Allah onları azap ile yakaladı; buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve Allah’a karşı zeliller olduklarını hiç göstermediler. Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığı zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır!
İnkârcılar geçmişten bugüne hep aynı tezi ileri sürmüşlerdir: “Biz, ölüp de bir toprak ve kemikler olunca mı diriltileceğiz? Andolsun ki biz ve atalarımız bundan önce bununla korkutulmuştuk. Bu, evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir!” deyip durmaktadırlar.
Bunlara: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?” diye sorulsa onlar: “Allah’a aittir” diyecekler. O zaman bunlara “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” denmelidir.
Bunlara: “Yedi göklerin Rabbi ve çok büyük tahtın Rabbi kimdir?” diye sorulsa onlar, “Allah’tır” diyecekler. O zaman bunlara: “Öyleyse Allah’ın koruması altına girmeyecek misiniz?” denmelidir.
Bunlara: “Eğer biliyorsanız; her şeyin mülkiyeti ve yönetimi Kendisinin elinde olan ve Kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat Kendisi korunmayan kimdir?” diye sorulsa onlar, “Allah’tır” diyecekler. O zaman bunlara: “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” denmelidir.
İnkârcılar: “Biz yeryüzünün içinde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” derler. Aslında onlar, Rablerine kavuşmayı; O’nun huzuruna varmayı örten/inanmayan kimselerdir.
İnkârcılar, “Ne zaman o yargı, eğer doğru kimseler iseniz?” diyorlar. Onlara “Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddeden kimselere, o yargı günü iman etmeleri yarar sağlamaz ve onlara süre tanınmaz.” deyip geçilmelidir. Bunlara mesafeli durup akıbetlerinin nasıl olacağı beklenmelidir.
İnanmayanlar için cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir! Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler. O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara soracak: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar diyecekler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık.” Böylece günahlarını itiraf edecekler. Artık, un-ufak, toz-duman olmak, çılgın ateşe kendilerini atarlar.
Eski dönemlerde de yalanladılar. Allah’ı tanımamak/tanıtmamaya yeltenmek nasıl oldu gözlemlenmelidir;
Ve onlar, üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeylere göz atmıyorlar mı? Onları Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] başkası tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi en iyi görendir.
Rahmân’ın yarattığı bütün canlılara, dünyada çokça merhamet eden Allah’ın astlarından size yardım edecek şu askerleriniz kimlerdir? Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler, sadece bir aldanış içerisindedirler.
Veya Allah, rızkını kesiverse, size rızık verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar.
Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi?
Amel defteri solundan verilen kimse de: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” diyecek. Bunlar için de Allah, görevlilere:
–Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde cehenneme sokun! Şüphesiz o, çok büyük Allah’a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir samimi dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.– buyurarak rezil edecektir.
Cehennem, sırtını dönen ve yüz çevireni, kimseye maddi ve manevi destek vermeyeni, toplayıp da kasada yığanı; infak etmeyeni çağıran, kavurup soyan, alevlenen bir ateştir.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inadından reddeden kimseler, ince hesap peşinde her yandan, gruplar halinde boyunlarını uzatarak; her biri, bir nimet cennetine girdirileceğini umarak mü’minlere doğru koşarlar.
İnkârcılar, kendilerinin hakkında ayrı ayrı inanca sahip oldukları büyük, önemli o haberden soruşup dururlar. Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onlar, yakında bilecekler. Yine, kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onlar, yakında bilecekler. Onlar incelemelidirler; Allah, yeryüzünü bir beşik, dağları da birer direk yapmıştır, varlıkları çift çift yaratmıştır. İnsanların uykusunu bir dinlenme yapmıştır, geceyi bir elbise yapmıştır, gündüzü bir geçim zamanı yapmıştır. İnsanların üstüne yedi sağlamı bina etmiştir ve ışık saçan bir kandil yapmış, sıkıştırılmış bulutlardan, kendisiyle taneler, otlar, sarmaş-dolaş bağlar ve bahçeler çıkarmak için şarıl şarıl bir su indirmiştir
Kuşkusuz Allah tarafından, Ayırma Günü kararlaştırılmış bir buluşma vakti olmuştur. O gün Sûr’a üflenir; insanlar da hemen bölükler hâlinde gelirler. Gökyüzü de açılıp kapı kapı oluverir, dağlar da yürütülüp serap oluverir.
Kuşkusuz cehennem, azgınlar için son varılacak yer olarak, gözetleme/pusu yeri olacaktır. Azgınlar, orada darlık/kıtlık içinde kalacaklardır. Orada bir serinlik ve içecek bir şey tatmayacaklar. Ancak yaptıklarına uygun bir ceza olarak bir kaynar su ve irin tadacaklar. Şüphesiz onlar, hesabı ummazlardı. Onlar, Allah’ın âyetlerini/alâmetlerini/göstergelerini yalanladıkça yalanlamışlardı. Oysa Allah her şeyi yazarak saydı, döktü. –Haydi tadın! Bundan böyle size azaptan başka bir şey artırmayacağız.–
İnkârcılar genellikle, “Biz tekrar eski hâlimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı, öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.” diyerek inanmadıklarını söylüyorlar.
Hâlbuki iyi düşünülmelidir: Yaratılışça insanlar mı daha çetin yoksa gök mü? Göğü, Allah yaptı; boyunu yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve ışığın parlaklığını çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir yararlanma olmak üzere yeryüzünü döşedi/ yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da demirledi/sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Kıyamet günü sarsan sarsacak. Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek. Yürekler o gün titreyerek çarpacak. Onların gözleri saygılıdır. İşte o, bir tek haykırıştır. Bir de bakmışsın onlar meydandadır. Artık o en büyük felaket geldiği vakit, O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak. Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek.
İnkârcılar hep o kıyâmetin kopuş zamanından sorarlar; onun gelip çatması ne zaman? Ama buna dair bilgi insanlarda yoktur. Onun sonucu sadece Allah’a aittir.
İnkârcıların iman etmeyişi ve kendilerine Kur’ân okunduğu vakit boyun eğip teslimiyet göstermeyişi/ ikna olmayışı çok anlamsızdır. Aslında Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile reddetmiş olan kimseler yalanlıyorlar. Hâlbuki Allah, içlerinde sakladıklarını en iyi bilendir. Onlara elem verici bir azaptan başkası uygun düşmez.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bile bile tanımayanlar, mü’minlere: “Bizim yolumuza uyun, kesinlikle sizin hatalarınızı/ günahlarınızı biz yüklenelim” derler. Oysa onların hatalarından, ne olursa olsun hiçbir şeyi onlar taşıyıcı değillerdir. Onlar, kesinlikle yalancıdırlar. Onlar, elbette kendi yüklerini ve kendi yükleriyle birlikte nice yükleri de taşıyacaklar. Ve uydurup durdukları şeylerden kıyâmet günü kesinlikle sorgulanacaklardır.
İnkârcılar, Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığına, sonra da bunu tekrarladığına dikkat etmeli, iyi araştırmalıdırlar. Şüphesiz bu, Allah’a göre çok kolaydır.
Allah şöyle mesaj göndermiştir: “Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. O, dilediği kimseye azap eder, dilediği kimseye de rahmet eder. Ve siz yalnızca O’na döndürüleceksiniz. Ve siz yeryüzünde ve gökte âciz bırakanlar değilsiniz. Ve sizin için Allah’ın astlarından bir koruyucu, yol gösterici yakın ve yardımcı yoktur.”
Allah’ın âyetlerine/ alâmetlerine/ göstergelerine ve O’na kavuşmaya inanmayan kimseler, Allah’ın rahmetinden ümitlerini kesmişlerdir ve onlar, kendileri için acıklı bir azap olanlardır.
Allah, hepsini günahları sebebiyle yakaladı: Onlardan kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdi, onlardan kimini korkunç bir ses yakaladı, onlardan kimini yerin dibine geçirdi, onlardan kimini de suda boğdu. Ve Allah onlara haksızlık etmedi, kendileri şirk koşmak sûretiyle kendilerine haksızlık ettiler.
İnkârcılar, “Peygambere Rabbinden alâmetler/ göstergeler indirilmeli değil miydi?” dediler. Onlara: “Alâmetler/ göstergeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kendilerine okunan Kitab’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan şeyleri bilir. Bâtıla inanan ve Allah’ı örten/ inanmayan kimseler, işte onlar, zarara/ kayba uğrayıp acı çekenlerin ta kendileridir.” diye cevap verdirildi.
İnkârcılar azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/ adı konmuş bir süre sonu olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o azap, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri kuşatıcıdır. Allah, onlara, “Yapmış olduklarınızı tadın!” diyecektir.
İnkârcıların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanların” kaydı, kesinlikle, Siccin’dedir. –Ve “Siccin’in” ne olduğunu siz bilmezsiniz. -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.–
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz onlar, o gün Rablerinden kesinlikle perdelenmişlerdir.
Sonra onlar, hiç şüphesiz cehenneme girecekler. Sonra da kendilerine: “İşte bu, kendisini yalanlayıp durduğunuz şeydir” denilecektir.
Suç işleyen kimseler, inanan kimselerden bir kısmına/ elçilere gülüyorlardı. Onlara uğradıkları zaman da birbirlerine kaş-göz işareti yapıyorlardı. Kendi yakınlarına döndükleri zaman da zevklenenler olarak dönüyorlardı. Ve mü’minlerin bir kısmını/elçileri gördükleri zaman; “Şüphesiz işte bunlar, kesinlikle sapıklardır” diyorlardı. Hâlbuki mü’minlerin bir kısmı/ elçiler, bu suç işleyenlerin üzerine bekçi olarak gönderilmemişlerdi/ elçi yapılmamışlardı.
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini inadından kabul etmemiş kimseler uyarılsa da, uyarılmasa da onlar için birdir: Onlar inanmazlar. Allah, onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür vurmuştur; onların gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Ve büyük azap onlar içindir.
Çıkarları uğruna inkârcılık edenler, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır/hiçbir şey işlemez” derler. Aksine; Allah, gerçeği örtmelerinden dolayı onları dışlamış/ rahmetinden mahrum bırakmıştır. Bundan dolayı pek azı iman eder! Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı doğrulayan bir kitap gelince de –ki bunlar daha önceleri Allah’ın ilâhlığını, rabliğini inadından kabullenmeyen kimselere karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu kendileri örtbas ettiler. Artık Allah’ın dışlaması/ rahmetinden mahrum bırakması, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtenler üzerinedir.
İnkârcılar, direterek ortak koşma inancını, yalanlamayı sürdürürlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer kıyamet gününde özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler.
Kim Cibril’e/Kur’ân’a düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah Cibril’i/Kur’ân’ı, Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakileri/ içindekileri doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, indirmiştir.
Kim ki Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e/Kur’ân’a, Mîkâl’e/Elçi Muhammed’e düşman olursa, bilsin ki şüphesiz Allah da Kendisinin ilâhlığını, rabliğini örtenlere düşmandır.
Çok acıklı azap yalnız Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimseler içindir.
Kitap Ehlinden, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten şu kimseler ve ortak koşanlar, Rabbimiz Allah’tan müminlere bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise, rahmetini dilediği kimseye mahsus kılar. Ve Allah, çok büyük armağan sahibidir. Bu hasımlara karşı dikkatli olunmalıdır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyip de bu hâl üzerine ölen kimseler, Allah, doğal güçler/ vahiyler, insanların hepsi tarafından dışlanırlar. Onlar dışlanışta temelli kalıcıdırlar. Onlardan azap hafifletilmez ve onlara bakılmayacaktır da.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan o kişilerin hâli, evlerinin çatıları çökmüş bir kente uğrayan kimse gibidir: O kimse, “Bunu, bu ölümünden sonra Allah nasıl diriltecek?” diyerek inançsızlığını ortaya koydu. Bunun üzerine Allah onu yüz sene öldürdü, sonra diriltti. Allah, “Ne kadar kaldın?” dedi. O, “Bir gün yahut bir günün bir kısmı kaldım” dedi. Allah, “Tam tersi, sen yüz sene kaldın, öyle iken bak yiyeceğine-içeceğine henüz bozulmamış, eşeğine de bak. –Ve seni insanlar için bir ayet kılalım diye…– O kemiklere de bak, onları nasıl yüksekleştiriyoruz. Sonra onlara nasıl et giydiriyoruz?” dedi. Böylece ona açıkça belli olunca, “Şüphesiz Allah’ın her şeye güç yetiren olduğunu daha iyi biliyorum” der. Ama iş iman olmaktan çıkmış bilgi boyutuna ulaşmıştır. Böyle bir iman işe yaramaz.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmemiş olan kimseler, Kur’an ile uyarı yapmaya çalışan yiğitleri tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için onlara tuzak kurar. Ama onlar tuzak kurarken Allah da onları cezalandırır. Allah, cezalandıranların en hayırlısıdır.
Mü’minleri yollarından alıkoymak için, mü’minlerin başarısız olamaları için servet harcayan kâfirler bilmelidirler ki; bu yaptıklarından vazgeçmezlerse cehennemede yerlerini alırlar.
Allah’ın ayetlerini işine gelmediği için reddeden kimseler, çetin bir azap kendileri için olanlardır. Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, suçluları yakalayıp cezalandırmak suretiyle adaleti sağlayandır.
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddetmiş kimseler; onların malları ve evlatları, –aynı Firavun’un yakınlarının ve onlardan öncekilerinki gibi– Allah’tan hiçbir şeyi savamaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar. Firavun’un yakınları ve onlardan öncekiler, Allah’ın ayetlerini yalanladılar da Allah, onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Ve Allah, cezası/yakalaması çok çetin olandır.
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddetmiş olan şu kimseler, “Siz, yakında yenilgiye uğrayacak ve cehenneme toplanacaksınız” diye uyarılmalıdır. Ve o, ne kötü bir döşektir!
Allah’ın ilâhlığını, rabliğini işine gelmediği için reddeden kimselerin malları ve çocukları, Allah’ın katında, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashabıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.
Kesinlikle Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimseleri dışlayıp gözden çıkarmış ve içinde sonsuz olarak kalmaları için, onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir koruyucu yakın ve yardımcı bulamazlar. Yüzleri ateş içinde evirilip çevrildiği gün, “Ah keşke Allah’a itaat etseydik, elçiye itaat etseydik!” diyecekler. Ve bunlar, “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini tam anlamıyla dışla/rahmetinden mahrum bırak.” diye feryat edeceklerdir.
Allah, kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlere alçaltıcı bir azabı hazırlamıştır.
Allah’ın ayetlerine inanmamış kişileri Allah yakında ateşe atacaktır. Derileri piştikçe, azabı tatsınlar diye, derilerini başka deriler ile değiştirecektir. Şüphesiz Allah çok güçlüdür, en iyi yasa koyandır.
İman edip sonra inanmayan, sonra iman edip tekrar örten/inanmayan, sonra da Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârlarını artırmış kimseleri Allah bağışlamaz ve onları bir yola kılavuzlamaz.
Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ve onlarla alay edildiği işitildiği zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturulmaz. Aksi hâlde orada oturan müminler de onlar gibi olur.
Allah’a ve elçilerine inanmayarak Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen, “Biz, bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve elçisinin arasını ayırmayı isteyen ve böylece imanla Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtme arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenlerin ta kendileridir. Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen kimselere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
Allah, Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldı. Ve Yahudileşenlerden Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmemiş olanlara can yakıcı bir azap hazırladı.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmemiş ve Allah yolundan alıkoyan kimseler, kesinlikle uzak bir sapıklığa düşmüşlerdir.
Katmerli inkârcılar, kıyametin kopuş anının kendilerine ansızın gelmesini gözlerler. Kıyametin alâmetleri gelmiştir. Artık o, kendilerine geldiği zaman, kendilerinin öğüt alması, onlar için hiçbir şey ifade etmez.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten/inanmayan, Allah’ın yolundan saptıran, sonra da Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyen biri olarak ölen kimselere Allah mağfiret etmeyecektir/ onları bağışlamayacaktır.
İnkâr eden kimseler, Allah’ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir bela çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz.
Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan, Allah’ın yolundan alıkoyan ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra elçiye karşı gelen şu kişiler, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Ve Allah, onların işlerini boşa çıkaracaktır.
Allah, Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr eden kimseler için zincirler, tasmalar ve alevli bir ateş hazırladı.
Allah kendisine ve elçisine karşı çıkanlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde, kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler, Allah’ın koruması altına girmelidir. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, bir öğüt, Allah’ın açık açık ayetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini okuyan bir elçi indirdi. Ve her kim Allah’a inanır ve salihi işlerse, Allah onu, altlarından ırmaklar akan, içinde sonsuza dek kalacakları cennetlere girdirecektir. Allah onun için rızkı güzelleştirecektir.
Allah, Kitap Ehlinden Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri, toplanmanın ilki için yurtlarından çıkarmıştır. Müminler onların çıkacaklarını sanmamıştı. Onlar da, şüphesiz kalelerinin, kendilerini Allah’tan koruyacağına kesinkes inanıyorlardı da Allah’ın azabı, onlara hesaba katmadıkları yerden geliverdi. Ve Allah, onların yüreklerine, evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap edileceği korkusunu düşürdü. Basiret sahipleri bunlardan ibret almalıdır!
Eğer Allah, onların hakkında sürgünü yazmamış olsaydı, kesinlikle, onlara dünyada azap ederdi. Ahrette de onlar için ateşin azabı vardır. İşte dünyada sürgün, ahrette ateş cezası, onların Allah’a ve elçisine karşı çıkıp sırt dönmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah’a karşı çıkıp sırt dönerse, bilsin ki, şüphesiz Allah, azabı/kovuşturması pek çetin olandır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için inkâr etmiş olan kişilerin amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki susayan onu su zanneder, ona vardığında da orada herhangi bir şey bulamaz. Yanında Allah’ı bulmuştur. Sonra da Allah ise onun hesabını tastamam ödemiştir. Allah hesabı çok çabuk görür. Yahut çok derin engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; onu dalga üstüne dalga kaplamakta; üstünde de bulut vardır. Birbiri üstüne karanlıklar… Kime, elini çıkarıp uzatsa, nerdeyse onu dahi göremez. Ve Allah kime nur vermemişse, artık o kimse için nurdan herhangi bir şey yoktur.
Dirilmeye inanmayanlara Allah, şu mesajı iletmiştir:
Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür. Kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.
İşte bu, şüphesiz ki Allah’ın hak olması, şüphesiz sadece O’nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O’nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir.
Kıyamet gelicektir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.
İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar. Böylelerinin çalım satması, Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvalık vardır. Ve Allah kıyamet gününde ona yakıcı cehennemin azabını tattıracaktır. İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah’ın, iyi kulluk edenlere haksızlık eden biri olmayışı sebebiyledir.
İnsanlardan kimi de Allah’a belirsiz bir taraf üzerinde/ kararsız bir şekilde kulluk eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse, onunla zihnindeki tüm soru işaretlerini gidererek rahata kavuşmuş olur. Ve eğer kendisine bir sosyal yangın/sıkıntı gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da ahireti de kaybeder gider. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah’ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı yararından daha yakın olana yalvarıyor. Yalvardığı o şey ne kötü yardımcı, koruyucu ve ne kötü yoldaştır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten, Allah’ın yolundan, insanlar –orada ibadete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescidi Haram’dan [dokunulmazlığı olan ilâhiyat okulundan] alıkoyan kimseler ve orada haksızlıkla yanlış yola sapmak isteyen kimseyi Allah pek acıklı bir azaptan tattırılacaktır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örten kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlış olarak inandılar. Onlar: “Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah’a göre çok kolaydır.” diye uyarılmalıdırlar.
İnkâr eden ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimseler, cehennemlik kimseler olup cehennemin içinde sürekli olarak kalacaklardır. Cehennem, ne kötü dönüş yeridir!
İnanmayanlar, ağızlarıyla Allah’ın ışığını/ gönderdiği dini söndürmek için irade kullanıyorlar; plan proje yapıyorlar. Hâlbuki Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini işine gelmediği için kabullenmeyenler hoş görmese de Allah, ışığını/ dinini tamamlayandır.
Allah, ortak koşanlar hoş görmese de elçisini, hak dini bütün dinlerin üzerine çıkarması için doğru yol kılavuzu ve hak dinle gönderendir.
Kim Allah’a ve elçisine iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Allah, kendisinin ilâhlığını ve rabliğini inkar eden kimseler için çılgın bir ateşi hazırlamıştır.
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini örtmüş olan kimseler, bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı daha, kıyamet gününün azabından kurtulmalık vermek için kendilerinin olsa, onlardan kabul edilmez. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar, ateşen çıkmak isterler. Ama oradan çıkanlar değillerdir. Ve onlar için devamlı bir azap vardır.
Kitap ehlinden inanmayanlara şu mesajlar gelmiştir:
“Ey Kitap Ehli! Bizim, sadece Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inanmamız ve şüphesiz sizin çoğunuzun hak yoldan çıkmış kimse olması yüzünden mi bizden hoşlanmıyorsunuz?”
“Allah katında cezaya çarptırılma bakımından bunlardan daha kötüsünü size haber vereyim mi? Allah, kimleri dışlamış ve gazabına uğratmışsa; kimlerden maymunlar, domuzlar ve şeytana tapanlar yapmışsa, işte bunlar, mekânca kötüdür ve yolun doğrusundan daha çok kaybolmuşlardır.”
İnkârcılar, müminlere geldikleri zaman da, “İman ettik” dediler. Hâlbuki Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâr ile girdiler ve onlar kesinlikle küfürle çıkmışlardır. Ve Allah, onların gizlemiş olduklarını en iyi bilendir.
Onlardan pek çoğunun, günah işlemede, düşmanlıkta ve haram yemede yarıştıkları görülür. Bu yaptıkları şeyler ne kadar da kötüdür!
“Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkârcı olmuşlardır. Oysa tek ilâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini inkâr etmiş olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.
İnkârcılar, hatalardan Allah’a dönüş yapmalı ve O’ndan af dilemeliler. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.